Perrin, önden ilerleyerek hanın derinliklerine gitti, Rand, Nynaeve’e söyleyeceklerine öyle dalmıştı ki, genç kadın kolunu yakalayana ve bir kenara çekene kadar Min’i görmedi. Diğerleri onun durduğunu fark etmeden birkaç adım daha attılar, sonra gitmek için yarı sabırsızlanarak, yarı gönülsüz, onlar da durdular.
“Bunun için zamanımız yok, evlat,” dedi Thom aksi aksi.
Min, beyaz saçlı adama keskin bir bakış fırlattı. “Git birşeyler çevir,” diye payladı ve Rand’ı diğerlerinden uzağa çekti.
“Gerçekten zamanım yok,” dedi Rand ona. “Özellikle de kaçmak ve bunun gibi konular hakkında aptalca konuşmalara.” Kolunu kurtarmaya çalıştı, ama kurtardığı her seferinde Min yine yakaladı.
“Benim de senin aptallıklarına zamanım yok. Rahat duracak mısın?” Kadın diğerlerine hızlı bir bakış fırlattı, sonra daha da yaklaşarak sesini alçattı. “Bir süre önce bir kadın geldi –benden kısa, genç, koyu renk gözlü ve beline kadar uzanan koyu renk örgüsü olan bir kadın. O da sizlerle birlikte bunun bir parçası.”
Rand bir an bakakaldı. Nynaeve mi? O nasıl karışmış olabilir? Işık, o nasıl karışmış olabilir? “Bu… imkansız.”
“Onu tanıyor musun?”
“Evet ve sen her neden bahsediyorsan o karışmış olamaz.” “Kıvılcımlar, Rand. İçeri girerken Alys Hanım ile karşılaştı ve ikisinde de kıvılcımlar vardı. Dün en az üçünüz veya dördünüz bir arada değilken kıvılcım görmüyordum, ama bugün çok daha keskin ve şiddetli.” Rand’ın sabırsızca bekleyen arkadaşlarına baktı ve tekrar ona dönmeden önce titredi. “Hanın ateş almaması neredeyse tuhaf. Bugün hepiniz dün olduğundan daha büyük tehlike içindesiniz. O geldiğinden beri.”
Rand arkadaşlarına baktı. Kaşları çalı gibi bir V şeklinde inmiş olan Thom, acele etmesini sağlamak için birşeyler yapacakmış gibi o tarafa eğiliyordu. “Bizi incitecek hiçbir şey yapmaz,” dedi Rand Min’e. “Artık gitmeliyim.” Bu sefer kolunu çekmeyi başardı.
Kadının ciyaklamasını duymazdan gelerek diğerlerine katıldı ve hep beraber yürümeye başladılar. Rand bir kez arkasına baktı. Min ona yumruğunu sıkarak ayağını yere vuruyordu.
“Ne dedi?” diye sordu Mat.
“Nynaeve de bunların parçasıymış,” dedi Rand düşünmeden, sonra Mat’e bir bakış fırlattı ve onu ağzı açık yakaladı. Sonra Mat’in yüzüne yavaş yavaş kavrayış yayıldı.
“Neyin parçası?” dedi Thom yumuşak sesle. “O kız bir şey mi biliyor?”
Rand söyleceklerini kafasında toparlamaya çalışırken Mat konuştu. “Elbette parçası,” dedi aksi aksi. “Kış Gecesi’nden beri kurtulamadığımız aynı kötü şansın parçası. Belki Hikmet’in ortaya çıkması senin için büyük bir olaydır, ama ben Beyazcübbelerin gelmesini tercih ederdim.”
“Kız Nynaeve’in geldiğini görmüş,” dedi Rand. “Alys Hanım ile konuştuğunu görmüş ve bizimle bir ilgisi olabileceğini düşünmüş.” Thom yan yan baktı ve hıhlayarak bıyığını dağıttı, ama diğerleri Rand’ın açıklamasını kabul etmiş görünüyordu. Rand, arkadaşlarından sır saklamaktan hoşlanmıyordu, ama Min’in sırrı onlar için, onlarınkinin kız için olduğu kadar tehlikeliydi.
Perrin aniden bir kapının önünde durdu. Cüssesine rağmen tuhaf bir şekilde tereddütlü görünüyordu. Derin bir nefes aldı, arkadaşlarına baktı, bir nefes daha aldı, sonra kapıyı yavaşça açtı ve içeri girdi. Diğerleri de teker teker takip ettiler. Rand en arkadaydı, kapıyı gönülsüzce arkasından kapattı.
Geçen gece yemek yedikleri odaydı. Ocakta bir ateş çıtırdıyordu ve masanın üzerinde, gümüş bir sürahi ile kupalar taşıyan bir tepsi vardı. Moiraine ile Nynaeve masanın karşı uçlarında oturmuş, birbirlerine bakıyorlardı. Tüm diğer sandalyeler boştu. Moiraine’in eli masanın üzerinde, yüzü kadar kıpırtısız duruyordu. Nynaeve’in örgüsü omzunun üzerine atılmıştı ve bir ucunu yumruğunda tutuyordu; Köy Kurulu’nun karşısında her zamankinden de inatçı davranırken yaptığı gibi, zaman zaman örgüsünü çekiştiriyordu. Perrin haklıymış. Ateşe rağmen oda buz gibi geliyordu ve bu, masadaki iki kadından kaynaklanıyordu.
Lan şömine rafına yaslanmış, alevlere bakarak ellerini ovuşturuyordu. Sırtını duvara vermiş Egwene pelerininin başlığını başına çekmişti. Thom, Mat ve Perrin tereddütle kapıda durdular.
Rand huzursuzca omuzlarını silkerek masaya yürüdü. Bazen kurtla kulaklarından yakalamalısın, dedi kendi kendine. Ama bir başka eski deyişi daha hatırlıyordu. Kurdu kalaklarından yakaladığın zaman, tutmak da zordur, bırakmak da. Moiraine’in ve Nynaeve’in gözlerini üzerinde hissetti ve yüzü kızardı, ama yine de ikisinin tam ortasına oturdu.
Bir an oda bir oyma resim kadar kıpırtısız kaldı, sonra Egwene ile Perrin, ve son olarak Mat gönülsüzce masaya yaklaştılar ve oturdular –ortaya, Rand’a doğru. Egwene pelerinini daha da aşağıya çekerek yüzünü sakladı ve herhangi birine bakmaktan kaçındı.
“Eh,” diye hıhladı Thom, kapının yanındaki yerinden. “En azından bu kadarı başarıldı.”
“Herkes burada olduğuna göre,” dedi Lan, ateşin yanından ayrılıp gümüş kupalardan birini şarapla doldurarak, “belki artık bundan alırsın.” Kupayı Nynaeve’e uzattı; kız kupaya şüpheyle baktı. “Korkmana gerek yok,” dedi Lan sabırla. “Hancının şarabı getirdiğini gördün ve hiçbirimiz içine bir şey koyma fırsatı bulamadık. Oldukça güvenli.”
Hikmet’in ağzı korkmak sözcüğü ile öfkeyle gerildi, ama yine de kupayı alırken, “Teşekkür ederim,” diye mırıldandı.
“Çok merak ettim,” dedi Lan, “bizi nasıl buldun?”
“Ben de öyle.” Moiraine öne eğildi. “Belki Egwene ile oğlanlar sana getirildiğine göre, artık konuşmak istersin.”
Nynaeve Aes Sedai’ye yanıt vermeden önce şarabını yudumladı. “Baerlon dışında gideceğiniz bir yer yoktu. Ama emin olmak için izinizi takip ettim. Kesinlikle çok zikzak çizdiniz. Ama sanırım saygın insanlarla karşılaşmamak için dikkat etmeniz gerekiyordu.”
“Sen… izimizi mi takip ettin?” dedi Lan, Rand’ın hatırladığı kadarıyla ilk defa gerçekten şaşırarak. “Dikkatsiz davranmaya başlamış olmalıyım.”
“Pek az iz bıraktınız, ama İki Nehir’deki herkes kadar iyi iz sürebilirim. Belki Tam al’Thor dışında.” Tereddüt etti, sonra ekledi. “Babam ölene kadar, beni yanında ava götürürdü ve hiç sahip olmadığı oğullarına öğreteceği gibi, bana öğretti.” Lan’e meydan okurcasına baktı, ama o yalnızca onaylayarak başını salladı.
“Eğer benim gizlemeye çalıştığım bir izi takip edebiliyorsan, sana iyi öğretmiş. Bunu pek az insan yapabilir, Sınırboyları’nda bile.” Nynaeve, aniden yüzünü kupasına gömdü. Rand’ın gözleri irileşti. Kızarmıştı. Nynaeve azıcık bile şaşırdığını asla belli etmezdi. Evet, kızardı ve sık sık öfkeden deliye döndüğü de doğruydu, ama asla yüzü kızarmazdı. Ama şimdi yanakları kesinlikle kızarmıştı ve şarabın arkasına saklanmaya çalışıyordu.
“Belki artık,” dedi Moiraine alçak sesle, “sorularımdan birkaçına yanıt verirsin. Ben seninkileri yeterince yalın olarak yanıtladını.”
“Bir çuval dolusu Âşık hikayesi ile,” diye terslendi Nynaeve. “Benim görebildiğim tek gerçek, Işık bilir hangi sebepten, bir Aes Sedai’nin dört genç adamı kaçırdığı.”
“Bunun burada bilinmediği söylenmişti sana,” dedi Lan keskin bir sesle. “Dilini tutmayı öğrenmelisin.”
“Nedenmiş o?” diye sordu Nynaeve. “Neden saklanmanıza ya da ne olduğunuzu saklamanıza yardım edeyim? Ben Egwene ve oğlanları Emond Meydanı’na geri götürmeye geldim, onları kaçırmanıza yardım etmeye değil.”
Thom horgörü dolu bir sesle araya girdi. “Eğer onların köylerini yine görmelerini istiyorsan –ya da sen köyünü bir daha görmek istiyorsan– daha dikkatli olsan iyi olur. Baerlon’da onu” –başını Moiraine’e doğru eğdi– “olduğu şey yüzünden öldürecek insanlar var. Onu da.” Lan’e işaret etti, sonra aniden öne çıkıp yumruklarını masanın üzerine koydu. Nynaeve’in tepesine dikildi. Uzun bıyıkları ve gür kaşları aniden tehditkar bir görünüm aldı.
Nynaeve’in gözleri irileşti, arkasına yaslanacak, ondan kaçacak oldu; adam yumuşak, kötücül bir sesle devam etti. “Bir dedikodu, bir fısıltı üzerine bu hanı katil karıncalar gibi istila ederler. Nefretleri güçlüdür, öldürme ya da bu ikisi gibilerini ele geçirme arzuları güçlüdür. Ya kız? Oğlanlar? Sen? Hepiniz onlarla ilişkilisiniz, en azından Beyazcübbelere yetecek kadar. Soru sorma yöntemlerinden hoşlanmazdın, özellikle de Beyaz Kule söz konusuyken. Beyazcübbe Sorgucuları daha başlangıçta suçlu olduğunu varsayarlar ve bu tür suç için yalnızca tek bir ceza bilirler. Gerçeği öğrenmek umurlarında bile değildir; onu zaten bildiklerini düşünürler. Hepsi bir itiraf elde etmek için kor kızıl demirler ve kerpetenler kullanırlar. Bazı sırların, kimlerin işitebileceğini bildiğini sandığın zaman bile, yüksek sesle söylenmesinin tehlikeli olduğunu hatırlasan iyi olur.” Mırıldanarak doğruldu. “Bunu son zamanlarda sık sık söylüyorum sanki.”
“Güzel anlattın, Âşık,” dedi Lan. Muhafız’ın gözlerinde yine o teraziye vuran bakışlar vardı. “Bu kadar ilgilendiğini öğrenmek beni şaşırttı.”
Thom omuzlarını silkti. “Sizlerle geldiğim biliniyor. Elinde kor kızıl bir demir parçası tutan bir Sorgucu’nun bana günahlarımdan pişmanlık duyup Işık’ta yürümemi söylemesi düşüncesi hiç hoşuma gitmiyor.”
“Bu,” diye araya girdi Nynaeve keskin sesle, “sabah benimle beraber geri dönmeleri için bir sebep daha. Ya da bu akşam. Sizden ne kadar çabuk uzaklaşırsak ve Emond Meydanı yoluna ne kadar çabuk koyulursak, o kadar iyi.”
“Gelemeyiz,” dedi Rand ve arkadaşlarının da aynı anda seslerini yükseltmelerinden memnun oldu. Böylece Nynaeve’in dik bakışlarını aralarında paylaşmak zorunda kaldılar; genç kadın kimseyi es geçmedi. Ama ilk Rand konuşmuştu ve hepsi susup ona baktılar. Moiraine bile sandalyesinde arkasına yaslanmış, ellerini bir araya getirmiş, onu izliyordu. Rand’ın Hikmet ile göz göze gelmek için çaba göstermesi gerekti. “Emond Meydanı’na geri dönersek Trolloclar da döner. Onlar… bizi kovalıyor. Neden, bilmiyorum, ama öyle. Belki neden olduğunu Tar Valon’da öğrenebiliriz. Belki nasıl durdurabileceğimizi öğreniriz. Tek yol bu.”
Nynaeve ellerini havaya doğru salladı. “Tıpkı Tam gibi konuşuyorsun. Kendini köy toplantısına taşıttı ve herkesi ikna etmeye çalıştı. Köy Konseyi’nde şansını denemişti bile. Işık bilir sizin… Alys Hanım’ınız” –isme bir araba dolusu küçümseme yığdı– “onu nasıl inandırdı; normalde çoğu erkekten daha fazla sağduyusu vardır. Her durumda, Kurul çoğu zaman bir avuç aptaldan başka bir şey değildir, ama bu kadar da değil, ve başka kimse de o kadar aptal olmadı. Sizin bulunmanız gerektiği konusunda aynı fikirdeydiler. Sonra Tam arkanızdan kendisi gelmek istedi ve henüz ayakta bile duramıyordu. Aptallık aileden geliyor herhalde.”
Mat boğazını temizledi, sonra mırıldandı. “Ya benim babam? O ne dedi?”
“Yabancılara da aynı numaraları yapacağından ve kafanı patlattıracağından korkuyor. Buradaki… Alys Hanım’dan çok bundan korkuyor gibiydi. Ama zaten, o da senden daha akıllı değil.”
Mat, kadının söylediklerini nasıl karşılaması gerektiği, ne yanıt vermesi, hattâ yanıt verip vermemesi gerektiği konusunda emin değildi.
“Sanırım,” diye başladı Perrin tereddütle. “Yani, sanırım Luhhan Usta benim gitmemden de pek memnun kalmamıştır.”
“Memnun kalmasını mı bekliyordun?” Nynaeve başını sinirle salladı ve Egwene’e baktı. “Belki siz üçünüzden tavşan-beyinli bir geri– zekalılık görmek beni şaşırtmamalıydı, ama başkalarının daha fazla sağduyusu olduğunu sanırdım.”
Egwene arkasına yaslandı ve böylece Perrin’in arkasına saklandı. “Not bıraktım,” dedi hafifçe. Saçlarının açık olduğunun görülmesinden korkuyormuş gibi başlığını öne çekiştirdi. “Her şeyi açıkladım.” Nynaeve’in yüzü karardı.
Rand içini çekti. Hikmet dil-kırbaçlamalarından birine girişmek üzereydi ve birinci sınıf bir şey olacakmış gibi görünüyordu. Öfkesinin harareti ile konum alırsa –örneğin, kim ne derse desin onları Emond Meydanı’na geri götürmeye kararlı olduğunu söylerse– fikrini değiştirmek imkansız olurdu. Rand ağzını açtı.
“Notmuş!” diye başladı Nynaeve. Aynı anda Moiraine konuştu. “Sen ve ben yine de konuşmalıyız, Hikmet.”
Rand kendini durdurabilse, durdururdu, ama ağzını açar açmaz sözcükler sel gibi döküldü. “Hepsi iyi, güzel, ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Geri dönemeyiz. Yolumuza devam etmek zorundayız.” Sona doğru daha yavaş konuştu ve sesi alçaldıkça alçaldı, öyle ki, fısıldayarak bitirdi. Hem Aes Sedai, hem de Hikmet ona bakıyorlardı. Kadın Kurulu’nun sorumluluğundaki işleri konuşan kadınlara denk geldiği zaman, ait olmadığı bir yerde olduğunu söyleyen türden bakışlardı bunlar. Rand başka bir yerde olmayı dileyerek arkasına yaslandı.
“Hikmet,” dedi Moiraine, “burada benimleyken, İki Nehir’de olduklarından daha fazla güvende olduklarına inanmalısın.”
“Daha fazla güvende mi!” Nynaeve başını önemsemezce arkaya attı. “Onları buraya, Beyazcübbelerin ortasına getiren sendin. Âşık doğruyu söylüyorsa, senin yüzünden onlara zarar verebilecek Beyazcübbeler. Bana nasıl daha fazla güvende olduklarını söyleyebilir misin, Aes Sedai?”
“Onları koruyamayacağım pek çok tehlike var,” diye kabul etti Moiraine, “eve dönerlerse senin onları yıldırım düşmesinden koruyamayacağın gibi. Ama korkmaları gereken yıldırım değil, hattâ Beyazcübbeler bile değil. Karanlık Varlık ve onun hizmetkarları. Onlardan koruyabilirim. Gerçek Kaynak’a, saidara dokunmak bana o korumayı veriyor. Her Aes Sedai’ye verdiği gibi.” Nynaeve, dudaklarını kuşkuyla birbirine bastırdı. Moiraine’inki de öfkeyle gerildi, ama sabrının sınırında, konuşmaya devam etti. “Kısa süreliğine kendilerini Güç’ü kullanırken bulan o zavallı erkekler bile o kadarını elde edebilir, ama saidine dokunmak bazen korur, bazen leke onları daha kolay incinebilir kılar. Ama ben ya da herhangi bir Aes Sedai, bana yakın duranları da koruyabiliriz. Şimdi oldukları gibi, bana yakınlarken hiçbir Soluk onlara zarar veremez. Hiçbir Trolloc, Lan onların içindeki kötülüğü hissetmeden beş yüz metre bile yaklaşamaz. Seninle beraber Emond Meydanı’na dönerlerse, sen onlara bunun yarısını verebilir misin?”
“Çöpten adamlar dikiyorsun,” dedi Nynaeve. “İki Nehir’de bir deyiş vardır. ‘Ayı kurdu da yense, kurt ayıyı da, kaybeden hep tavşandır.’ Mücadelenizi başka yere götürün ve Emond Meydanı halkını bunun dışında tutun.”
“Egwene,” dedi Moiraine bir an sonra, “diğerlerini de al ve beni bir süreliğine Hikmet ile yalnız bırak.” Yüzü duygusuzdu; Nynaeve tam bir güreş müsabakasına hazırlanırmış gibi omuzlarını dikleştirdi.
Egwene ayağa sıçradı, onurlandırılma arzusunun Hikmet ile örülmemiş saçları konusunda yüzleşmekten kaçınma arzusu ile savaş halinde olduğu açıktı. Ama herkesi bir bakışla toparlamakta güçlük çekmedi. Mat ve Perrin telaşla sandalyelerinden kalktılar, odadan kaçmaya çalışırken nazik mırıltılar çıkardılar. Lan bile Moiraine’in işareti ile, Thom’u da alıp kapıya yöneldi.
Rand onları takip etti ve Muhafız kapıyı arkasından kapattı, sonra koridorda nöbet tutmaya başladı. Lan’in bakışları altında diğerleri biraz öteye gittiler; kulak misafiri olmalarına fırsat verilmeyecekti. Hepsi yeterince uzaklaştıktan sonra, Lan duvara yaslandı. Renk değiştiren pelerini yokken bile, o kadar kıpırtısız duruyordu ki, tam karşısına gelmeden onu fark etmek imkansızdı.
Âşık zamanını daha iyi şeylere harcamak hakkında birşeyler mırıldandı ve oğlanlara omzunun üzerinden sertçe, “Söylediklerimi unutmayın,” dedikten sonra gitti. Başka kimse gitmeye eğilimli değildi.
“Ne demek istedi?” diye sordu Egwene dalgın dalgın, gözleri Moiraine ve Hikmet’i saklayan kapının üzerinde. Artık saçlarını örmediği gerçeğini saklamaya devam etmek ile başlığını arkaya atmak arasında kararsızmış gibi saçlarıyla oynuyordu.
“Bize bazı tavsiyeler verdi,” dedi Mat.
Perrin ona öfkeli bir bakış fırlattı. “Ne söyleyeceğimizden emin olmadan ağzımızı açmamamızı söyledi.”
“Bu gerçekten iyi bir tavsiyeymiş gibi görünüyor,” dedi Egwene, ama aslında ilgisini çekmediği açıktı.
Rand kendi düşüncelerine dalmıştı. Nynaeve nasıl bunların parçası olabilirdi? Aralarından herhangi biri nasıl Trolloclar, Soluklar ile ilgili olabilirdi, Ba’alzamon nasıl rüyalarına girebilirdi? Bu delilikti. Min’in Moiraine’e Nynaeve’den bahsedip bahsetmediğini merak etti. Orada ne konuşuyorlar?
Kapı en sonunda açıldığında, ne kadardır orada durup beklediğini bilmiyordu. Nynaeve dışarı çıktı, Lan’i görünce irkildi. Muhafız bir şey mırıldandı, genç kadın öfkeyle başını arkaya attı, sonra Lan yanından sıyrılıp içeri girdi.
Nynaeve Rand a döndü ve Rand ilk defa diğerlerinin sessizce ortadan kaybolduğunu fark etti. Hikmet’le yalnız yüzleşmek istemiyordu, ama Nynaeve onu gördükten sonra, artık uzaklaşamazdı. Bakışları özellikle araştırıcı, diye düşündü şaşırarak. Ne konuştular? Genç kadın yaklaşırken Rand dikleşti.
Nynaeve, Tam’in kılıcına işaret etti. “Bu artık sana daha fazla uyuyor gibi görünüyor, ama uymasa daha çok hoşuma giderdi. Büyümüşsün, Rand.”
“Bir haftada mı?” Rand güldü, ama sesi zorlama çıktı ve Nynaeve Rand anlamamış gibi başını iki yana salladı. “Seni ikna etti mi?” diye sordu Rand. “Bu gerçekten de tek yol.” Min’in kıvılcımlarını düşünerek durdu. “Bizimle geliyor musun?”
Nynaeve’in gözleri irileşti. “Sizinle gelmek mi! Neden bunu yapayım ki? Ben dönene kadar işlerle ilgilenmek için Deven Yolu’ndan Mavra Mailen geldi, ama en kısa zamanda geri dönmek isteyecektir. Hâlâ aklınızı başınıza getirmeyi ve benimle dönmenizi sağlamayı umuyorum.”
“Yapamayız.” Rand hâlâ açık kapıda bir şeyin kıpırdadığını sandı, ama koridorda yalnızdılar.
“Sen bana bunu söylüyorsun. O da söyledi.” Nynaeve kaşlarını çattı. “İşe o karışmış olmasaydı… Aes Sedailere güvenilmemelidir, Rand.”
“Bize gerçekten inanıyormuşsun gibi konuşuyorsun,” dedi Rand. “Köy toplantısında ne oldu?”
Nynaeve yanıt vermeden önce kapıya baktı; orada şimdi hareket yoktu. “Tamamen kargaşa hakimdi, ama kendi işlerimizi daha iyi yönetemeyeceğimizi onun bilmesine gerek yok. Ve ben yalnızca tek bir şeye inanıyorum: onunla beraber olduğunuz sürece hepiniz tehlikedesiniz.”
“Bir şey olmuş,” diye ısrar etti Rand. “Haklı olabileceğimizi düşündüğün halde, neden geri dönmemizi istiyorsun? Ve her şeyden önce, neden sen? Belediye Başkanı Hikmet’i göndereceğine bizzat kendisi gelirdi.”
“Gerçekten de büyümüşsün.” Genç kadın gülümsedi ve onun eğlenmesi Rand’ın bir an ayak değiştirmesine sebep oldu. “Nereye gittiğimi, ne yaptığımı, neresi ya da ne olursa olsun sorgulamadığın zamanları hatırlıyorum. Yalnızca bir hafta önceydi.”
Rand boğazını temizledi ve inatla ısrar etti. “Mantıklı gelmiyor. Gerçekten de, sen neden buradasın?”
Nynaeve hâlâ boş duran kapıya bir bakış fırlattı, sonra Rand’ın kolunu tuttu. “Konuşurken yürüyelim.” Rand uzaklaştırılmaya itiraz etmedi ve kapıdan işitilmeyecek kadar uzaklaştıklarında, Nynaeve yine konuşmaya başladı. “Söylediğim gibi, toplantıya tamamen kargaşa hakimdi. Herkes arkanızdan birinin gönderilmesi gerektiği konusunda hemfikirdi, ama köy iki ayrı gruba bölündü. Bir grup kurtarılmanız gerektiğini savunuyordu, ama yanınızda… onun gibiler varken bunun nasıl yapılacağı konusunda ciddi tartışmalar çıktı.”
Rand, genç kadının söylediklerine dikkat etmeyi unutmamasına memnun oldu. “Diğerleri Tam’e mi inanıyordu?” dedi.
“Tam olarak değil, ama onlar da yabancılar arasında olmamanız gerektiğini düşünüyordu, özellikle de onun gibilerle. Ama her durumda, erkeklerin hepsi arama ekibine katılmak istedi. Tam, boynunda ölçüleri ile Bran al’Vere, Alsbet onu yerine oturtana kadar Haral Luhhan. Hattâ Cenn Buie. Işık beni göğüslerindeki kıllarla düşünen erkeklerden korusun. Ama başka türden erkek var mı, bilmiyorum.” İçtenlikle burnunu çekti ve Rand’a suçlama dolu bir bakış fırlattı. “Her durumda, bir karara varmaları için bir, belki daha fazla gün geçeceğini anladım ve bir şekilde… bir şekilde o kadar beklemeye cesaret edemeyeceğimizden emindim. Bu yüzden Kadın Kurulu’nu bir araya topladım ve onlara ne yapılması gerektiğini söyledim. Bundan hoşlandıklarını söyleyemem, ama doğru olduğunu gördüler. İşte bu yüzden buradayım; Emond Meydanı erkeklerinin inatçı yün-kafalar olması yüzünden. Muhtemelen hâlâ kimi gönderecekleri üzerinde tartışıyorlardır, ama bunu benim halledeceğimi belirten bir not bıraktım onlara.”
Nynaeve’in hikayesi varlığını açıklıyordu, ama Rand’ı hiç de rahatlatmamıştı. Kadın hâlâ onları geri götürmeye kararlıydı.
“Sana içeride ne söyledi?” diye sordu. Moiraine kuşkusuz, her itirazı yanıtlamış olmalıydı, ama unuttuğu bir şey varsa, Rand söyleyecekti.
“Hep aynı şeyleri,” diye yanıt verdi Nynaeve. “Ve siz, oğlanları daha yakından tanımak istedi. Bu tür bir ilgiyi… neden çektiğinizi… anlamak için dedi.” Gözucuyla Rand’ı süzerek durdu. “Saklamaya çalıştı, ama daha çok aranızda İki Nehir dışında doğan biri olup olmadığını öğrenmek istiyordu.”
Rand’ın yüzü aniden davul gibi gerildi. Boğuk sesle gülmeyi başardı. “Bazı tuhaf şeyler düşünüyor. Umarım hepimizin Emond Meydanı’nda doğduğumuzu söylemişsindir ona.”
“Elbette,” diye yanıt verdi Nynaeve. Konuşmadan önce bir yürek atımı kadar duraklamıştı, o kadar kısa ki, beklemiyor olsa, kaçırırdı.
Rand söyleyecek bir şey bulmaya çalıştı, ama dili deri gibi kurumuştu. Biliyor. Hem, o Hikmet değil miydi, Hikmetlerin herkes hakkında her şeyi bilmesi gerekmiyor muydu? Eğer o biliyorsa, demek ateşten kaynaklanan bir rüya değil. Ah, Işık bana yardım et, baba!
“Sen iyi misin?” diye sordu Nynaeve.
“Babam dedi ki… dedi ki… ben onun oğlu değilmişim. Ateşten… sayıklarken. Beni bulduğunu söyledi. Bunun yalnızca…” Boğazı yanmaya başladı ve susmak zorunda kaldı.
“Ah, Rand.” Nynaeve durdu ve Rand’ın yüzünü iki eline aldı. “İnsanlar ateşliyken tuhaf şeyler söyler. Çarpık şeyler. Doğru ya da gerçek olmayan şeyler. Beni dinle. Tam al’Thor senden daha büyük değilken macera aramak için kaçtı. Ben yalnızca Emond Meydanı’na geri döndüğü zamanı hatırlıyorum, yetişkin bir adam, yanında kızıl saçlı bir eş ve kundakta bir bebek. Kari al’Thor’un o çocuğu kollarında, herhangi bir bebekli kadın kadar sevgi ve zevkle tuttuğunu gördüm. Onun çocuğu, Rand. Sen. Şimdi dik dur ve bu aptallığı bırak.”
“Elbette,” dedi Rand. İki Nehir dışında doğdum gerçekten. “Elbette.” Belki Tam sayıklıyordu. Belki savaşta bir bebek bulmuştu. “Neden ona söylemedin?”
“Bu yabancıları ilgilendirmez.”
“Dışarıda doğan başkaları da oldu mu?” Soruyu sorar sormaz başını iki yana salladı. “Hayır, yanıt verme. Bu da beni ilgilendirmez.” Ama Moiraine ona özel bir ilgi duyuyorsa, diğerlerinden daha fazla ilgileniyorsa, bilmek iyi olurdu. Olur muydu?
“Evet, bu seni ilgilendirmez,” diye kabul etti Nynaeve. “Hiçbir anlamı olmayabilir. Kadın, o şeylerin neden sizin peşinize düştüğünü anlamak için bir sebep, herhangi bir sebep arıyor olabilir. Hepinizin peşine.”
Rand sırıtmayı başardı. “O zaman bizim peşimizde olduklarına inanıyorsun.”
Nynaeve başını kurnaz kurnaz iki yana salladı. “O kadınla karşılaştığından beri, sözleri çarpıtmayı kesinlikle iyi öğrenmişsin.”
“Ne yapacaksın?” diye sordu Rand.
Nynaeve onu süzdü; Rand bakışlarına sakinlik içinde karşılık verdi. “Bugün, banyo yapacağım. Daha sonra, göreceğiz, değil mi?”