6 YETENEK

Kameriye yine sessizleşti. Perrin kargaşadan nefret ederdi. İnsanların birbirine karışan kokuları kargaşadan farksızdı. Hayal kırıklığı, öfke, korku. Dehşet.

Bu duyguların çoğu kameriyenin hemen girişinde duran kadına yöneltilmişti.

Mat, seni kutsanası aptal, diye düşündü Perrin, sırıtarak. Başardın. Gerçekten başardın.

Bir süredir ilk defa Mat hakkında düşünmek gözlerinin önünde renklerin dönmesine sebep oldu. Mat’i bir at sırtında, elinde tuttuğu bir şeyle uğraşarak, tozlu bir yolda ilerlerken gördü. Perrin görüntüyü kovaladı. Mat şimdi neredeydi? Neden Moiraine’le birlikte geri dönmemişti?

Fark etmezdi. Moiraine dönmüştü. Işık, Moiraine! Perrin kucaklamak için yaklaşacak oldu, ama Faile onu kolundan yakaladı. Perrin onun baktığı yere döndü.

Rand. Yüzü solmuştu. Başka her şeyi unutmuş gibi sallanarak masadan uzaklaşmış, başkalarını itip Moiraine’e yaklaşmıştı. Tereddütle uzandı ve yüzüne dokundu. “Annemin mezarı adına,” diye fısıldadı, sonra kadının önünde dizlerinin üzerine çöktü. “Nasıl?”

Moiraine gülümsedi ve elini onun omzuna koydu. “Çark dilediği gibi dokur Rand. Unuttun mu yoksa?”

“Ben…”

“Senin dilediğin gibi değil Yenidendoğan Ejder,” dedi Moiraine nazikçe. “Bizlerin dilediği gibi değil. Belki bir gün kendi kendini yok edecek şekilde dokur. O günün bugün olduğunu düşünmüyorum. Yakında bir gün de olmayacak bu.”

“Bu kadın kim?” dedi Roedran. “Ne saçmalıyor? Ben…” Görünmez bir şey kafasına fiske atarak yerinde sıçramasına sebep olunca sustu. Perrin, Rand’a baktı ve Egwene’in dudaklarındaki gülümsemeyi fark etti. Kameriyedeki onca insanın arasında, onun hissettiği memnuniyetin kokusunu aldı.

Yakında duran Nynaeve ve Min büyük şok içinde kokuyordu. Işık izin verse de Nynaeve bir süre daha bu ruh halinde kalsaydı. Şu anda Moiraine’e bağırması hiç işe yaramazdı.

“Sorumu yanıtlamadın,” dedi Rand.

“Yanıtladım ama,” diye yanıt verdi Moiraine sevgiyle. “Senin istediğin yanıt değil, o kadar.”

Rand diz çöktü, sonra başını arkaya devirdi ve bir kahkaha attı. “Işık, Moiraine! Hiç değişmedin, değil mi?”

“Hepimiz her gün değişiriz,” diye yanıt verdi Moiraine gülümseyerek. “Son zamanlarda ben diğerlerinden biraz daha fazla değiştim. Ayağa kalk. Benim senin önünde diz çökmem gerekir Lord Ejder. Hepimizin senin önünde diz çökmesi gerekir.”

Rand kalktı ve Moiraine’in kameriyeye girebilmesi için geriye çekildi. Perrin bir koku daha aldı ve Moiraine’in arkasından Thom Merrilin içeri girerken gülümsedi. Yaşlı âşık Perrin’e göz kırptı.

“Moiraine,” dedi Egwene, öne çıkarak. “Beyaz Kule sana mutlulukla hoş geldin diyor. Hizmetlerini unutulmadı.”

“Hmmmm,” dedi Moiraine. “Evet, gelecekteki Amyrlin’i keşfetmenin benim için iyi olacağını düşünmeliydim. Bu içimi rahatlattı, çünkü önceden, idama olmasa bile yalıtılmaya doğru gidiyordum yanlış hatırlamıyorsam.”

“Her şey değişti.”

“Açık ki değişmiş.” Moiraine başını salladı. “Anne.” Perrin’in yanından geçerken, ışıl ışıl gözlerle kolunu sıktı.

Sınırboylu hükümdarlar teker teker kılıçlarını ellerine aldılar ve eğildiler ya da diz kırdılar. Her biri Moiraine’i şahsen tanıyormuş gibiydi. Çadırdaki diğerleri şaşkın görünüyordu, ama Darlin’in onun kim olduğunu bildiği açıktı. O şaşkından çok… düşünceli görünüyordu.

Moiraine, Nynaeve’in önünde duraksadı. Perrin, Nynaeve’in o andaki kokusunu yakalayamadı. Bu ona uğursuz bir alametmiş gibi geldi. Ah, Işık. İşte geliyor…

Nynaeve, Moiraine’e sıkı sıkı sarıldı.

Moiraine bir an, elleri iki yanında, şok kokarak durdu. Sonunda kucaklamaya anaç bir biçimde yanıt verdi ve Nynaeve’in sırtını okşadı.

Nynaeve onu bıraktı, geriledi, sonra gözündeki yaşı sildi. “Lan’e bundan sakın bahsetme,” diye hırladı.

“Aklıma bile gelmez,” dedi Moiraine, gidip kameriyenin ortasında durarak.

“Çekilmez kadın,” diye homurdandı Nynaeve, diğer gözünü de silerek.

“Moiraine,” dedi Egwene. “Tam zamanında geldin.”

“Bu konuda özel bir yeteneğim vardır.”

“Eh,” diye devam etti Egwene, Rand masanın yanına geri dönerken, “Rand… Yenidendoğan Ejder… talepleri karşılığında dünyayı rehin aldı ve biz isteklerini kabul etmezsek görevini yapmayı reddediyor.”

Moiraine dudaklarını büzdü ve Galad’ın onun için masaya bıraktığı Ejder Barışı anlaşmasını eline aldı. Belgede göz gezdirdi.

“Bu kadın kim?” dedi Roedran. “Ve neden biz… Sunu yapmayı bırakır mısın?” Hava ipliğinden oluşmuş bir tokat yemiş gibi elini kaldırdı, sonra dik dik Egwene’e baktı – ama bu sefer memnun kokan, yakındaki Asha’manlardan biriydi.

“İyi atış Grady,” diye fısıldadı Perrin.

“Teşekkür ederim Lord Perrin.”

Grady, Moiraine’i yalnızca anlatılanlardan biliyordu elbette, ama Moiraine’in hikâyesi Rand’ı takip edenler arasında yayılmıştı.

“Ee?” dedi Egwene.

“‘Ve insanın yaptığı her şey parçalanacak,’” diye fısıldadı Moiraine. “‘Gölge Çağın Deseni üzerinde yayılacak ve Karanlık Varlık bir kez daha insanoğlunun dünyasına el uzatacak. Dünyanın ulusları çürük kumaş gibi dağılırken kadınlar ağlayacak ve erkekler sinecek. Ayakta hiçbir şey kalmayacak, hiçbir şey direnemeyecek.’”

İnsanlar ayak değiştirdiler. Perrin sorgularcasına Rand’a baktı.

“‘Ama Gölge ile yüzleşecek biri doğacak,’” dedi Moiraine daha yüksek sesle. “‘Daha önce doğduğu gibi ve sonsuza dek hep doğacağı gibi, bir kez daha doğacak! Ejder Yeniden Doğacak ve onun doğumunda feryatlar kopacak, dişler gıcırdatılacak. Halkı çuval bezlerine ve küllere bürüyecek ve gelişiyle dünyayı bir kez daha kıracak, bağlayan tüm bağları koparacak!

“Ketsiz şafak gibi bizi kör edecek ve kavuracak, ama Yenidendoğan Ejder Son Savaş’ta Gölge’nin karşısına dikilecek ve onun kanı bize Işık verecek. Aksın gözyaşları, Ey dünyanın halkları. Kurtuluşunuz için ağlayın!’”

“Aes Sedai,” dedi Darlin, “affedersiniz, ama bu pek uğursuz bir deyiş oldu.”

“En azından bir kurtuluş olacak,” dedi Moiraine. “Söyle bana Majesteleri. Bu kehanet sana gözyaşı dökmeni emrediyor. Kurtuluşun böylesine büyük acı ve endişeyle geleceği için mi ağlayacaksın? Yoksa kendi kurtuluşun için mi ağlayacaksın? Senin adına acı çekecek adam için? Bu savaştan ayakta çıkmayacağını kesin olarak bildiğimiz tek adam için mi?”

Rand’a döndü.

“Bu talepler adil değil,” dedi Gregorin. “Bizden sınırlarımızı olduğu gibi tutmamızı talep ediyor!”

“‘O barış kılıcıyla halkını biçecek,’” dedi Moiraine, “‘ve yaprakla yok edecek onları.’”

Bu Karaethon Döngüsü. Bu sözleri daha önce duydum.

“Mühürler Moiraine,” dedi Egwene. “Onları kırmayı planlıyor. Amyrlin Makamı’nın yetkesine meydan okuyor.”

Moiraine şaşırmış görünmedi. Perrin onun içeri girmeden önce içeriyi dinlediğini tahmin etti. Tam da Moiraine’in yapacağı şeydi.

“Ah, Egwene,” dedi Moiraine. “Unuttun mu? Lekelenmemiş kule kınlıyor ve unutulmuş simgenin önünde diz kırıyor.

Egwene kızardı.

“‘İçimizde sağlık kalamaz, iyi şeyler yetişemez,’” diye alıntı yaptı Moiraine, “‘çünkü diyar Yenidendoğan Ejder’le birdir ve o da diyarla bir. Ateşin ruhu, taşın yüreği.’”

Gregorin’e baktı. “‘O gururla fetheder, kibirlileri boyun eğmeye zorlar.’”

Sınırboylulara döndü. “‘Dağlardan diz çökmesini isler…’”

Deniz Halkı’na. “‘…ve denizler yol verir.’”

Perrin’e, sonra Berelain’e. “‘… ve gökler önünde eğilir.’”

Darlin’e. “‘Dua edin ki taşın yüreği gözyaşlarını hatırlasın…’”

Son olarak Egwene’e, “‘…ateşin ruhu ise aşkı.’ Bununla mücadele edemezsiniz. Hiçbiriniz. Üzgünüm. Onun buraya kendiliğinden geldiğini mi düşünüyorsunuz?” Belgeyi kaldırdı. “Desen dengedir. O iyi ya da kötü değildir, bilgelik ya da budalalık değildir. Desen için bu tür şeylerin önemi yoktur, ama o dengeyi bulur. Son Çağ bir Kırılış’la sona erdi, bu yüzden bir sonraki barışla başlayacak – ağlayıp bağıran bir bebeğin boğazından dökülen ilaç gibi, size zorla yutturulsa bile.”

“Konuşmama izin verirseniz?” Kahverengi şal takmış bir Aes Sedai öne çıktı.

“Konuşabilirsin,” dedi Rand.

“Bu bilgece bir belge Lord Ejder,” dedi Kahverengi. Tıknaz bir kadındı ve Perrin’in bir Kahverengi’nde beklemeyeceği kadar dobra bir ses tonu vardı. “Ama içinde büyük bir kusur görüyorum; daha önce gündeme getirilen bir kusur. Seanchanlar bu anlaşmadan muaf olduğu sürece, bir anlamı yok. Onlar fethettiği sürece barış olmayacaktır.”

“Bu bir sorun,” dedi Elayne kollarını kavuşturarak. “Ama tek sorun değil. Rand, ne yapmaya çalıştığını görüyorum ve bu yüzden seni seviyorum. Ama bu, bu belgenin savunulamaz olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bir barış anlaşmasının işe yaraması için, iki tarafın da sunulan faydaların hatırına barış istiyor olması lazım.

“Bu, anlaşmazlıkları sona erdirmek için bir yol vermiyor. Anlaşmazlıklar çıkacaktır, hep çıkar. Buna benzer bir belge bu tür şeyleri çözmek için bir yol vermeli. Diğer ülkelerin topyekun savaşa girmesi dışında, ihlalleri cezalandırmanın bir yolunu belirlemelisin. Bu değişiklik olmazsa küçük anlaşmazlıklar büyür ve seneler içinde öyle bir baskı oluşturur ki, sonunda patlar.

“Bu haliyle, anlaşma tüm ulusların barışı ilk bozan ulusun üzerine çullanmasını gerektiriyor. Onların yenilen krallıkta, hatta herhangi bir krallıkta bir kukla rejim kurmasını engellemiyor. Zaman içinde, korkarım bu anlaşma geçersiz hale gelecektir. Ulusları yalnızca kâğıt üzerinde koruyorsa ne faydası var? Bu anlaşmanın sonucu savaş olacak. Büyük, ezici bir savaş. Bir süre barış devam eder, özellikle de sana saygı duyanlar yaşadığı sürece. Ama kazandığın her barış senesine karşılık, bu barış dağıldıktan sonra, daha büyük yıkım dolu bir başka sene kazanmış olursun.”

Rand parmaklarını belgeye dayadı. “Seanchanlarla barış yapacağım. Bir koşul ekleyeceğiz. Onların hükümdarı anlaşmayı imzalamazsa, belge geçersiz olacak. O zaman kabul eder misin?”

“Bu küçük sorunu halleder,” dedi Elayne yumuşak bir sesle, “ama büyük sorunu çözmez Rand.”

“Burada daha da büyük bir mesele var,” dedi yeni bir ses.

Perrin şaşkınlıkla döndü. Aviendha? O ve diğer Aieller tanışmalara katılmamıştı. İzlemekle yetinmişlerdi. Perrin onların orada olduğunu unutmuştu neredeyse.

“Sen de mi?” dedi Rand. “Düşlerimin kalıntılarının üzerinde yürümek için mi geldin Aviendha?”

“Çocuk olma Rand al’Thor,” dedi kadın. Uzun adımlarla gelip parmağını belgeye dayadı. “Toh edindin.”

“Seni bu işin dışında tutmuştum,” diye itiraz etti Rand. “Sana ve tüm Aiellere güveniyorum.”

“Aieller bu işin içinde değil mi?” dedi Easar. “Işık, bunu nasıl gözden kaçırdık?”

“Bu bir hakaret,” dedi Aviendha.

Perrin kaşlarını çattı. Aviendha çok ciddi kokuyordu. O keskin koku başka bir Aielden geliyor olsa, peçelerin çekilmesini ve mızrakların kaldırılmasını beklerdi.

“Aviendha,” dedi Rand gülümseyerek. “Diğerleri onları belgeye dahil ettiğim için beni asmak üzere ve sen dışarıda kaldığınız için öfkelisin, öyle mi?”

“Senden bir iyiylik isteyecektim,” dedi Aviendha. “İşte bu. Aielleri de belgene, Ejder Barışı’na ekle. Aksi halde seni terk ederiz.”

“Sen tüm Aiellerin adına konuşmuyorsun Aviendha,” dedi Rand. “Senin yetken…”

Çadırdaki tüm Bilgeler aynı anda Aviendha’nın arkasına geçti. Rand gözlerini kırpıştırdı.

“Aviendha şerefimizi taşıyor,” dedi Sorilea.

“Aptal olma Rand al’Thor,” diye ekledi Melaine.

“Bu kadınları ilgilendiren bir şey,” diye ekledi Sarinde. “Islaktopraklılarla eşit muamele görene kadar tatmin olmayacağız.”

“Bu belge bizim için çok mu zor?” diye sordu Amys. “Diğerlerinden daha zayıf olduğumuzu ima ederek bize hakaret mi ediyorsun?”

“Hepiniz delisiniz!” dedi Rand. “Bu belgenin sizi birbirinizle savaşmaktan alıkoyacağının farkında değil misiniz?”

“Savaşmaktan değil,” dedi Aviendha. “Sebepsiz yere savaşmaktan.”

“Sizin yaşama amacınız savaşmak,” dedi Rand.

“Eğer buna inanıyorsan, Rand al’Thor,” dedi Aviendha soğuk bir sesle, “seni gerçekten de eğitememişim.”

“Aviendha bilgece konuşuyor,” dedi Rhuarc, kalabalığın önüne çıkarak. “Bizim amacımız Son Savaş’ta bize ihtiyaç duyman olasılığına karşı hazırlanmaktı – bizim amacımız hayatta kalacak kadar güçlü olmaktı. Sonra bir başka amaca ihtiyacımız olacak. Seninle kan davalarını gömdüm Rand al’Thor. Bir daha başlatmam onları. Öldürmemeyi tercih edeceğim dostlarım var artık.”

“Delilik,” dedi Rand, başını iki yana sallayarak. “Tamam, sizi de dahil edeceğim.”

Aviendha tatmin olmuş göründü, ama bir şey Perrin’i rahatsız ediyordu. Aielleri anlamıyordu – Işık, uzun zamandır yanında olmasına rağmen Gaul’ü anlamıyordu. Yine de, Aiellerin bir şeyler yapıyor olmaktan hoşlandığını fark etmişti. Aylak aylak otururken bile tetikteydiler. Başka adamlar oyun oynar ya da zar atarken, Aieller genellikle sessizce oturmuş, faydalı bir şeyler yapıyor olurdu.

“Rand,” dedi Perrin, yaklaşıp onun kolunu tutarak. “Bir dakikanı verir misin?”

Rand duraksadı, sonra başını salladı ve bir jest yaptı. “Diğerlerinden yalıtıldık; artık bizi duyamazlar. Ne söylemek istiyorsun?”

“Şey, bir şey fark ettim de. Aieller alet gibi.”

“Tamam…”

“Paslanmaya alışık olmayan araçlar,” dedi Perrin.

“Bu yüzden birbirlerine saldırıyorlar,” dedi Rand, şakaklarını ovalayarak. “Becerilerini korumak için. Bu yüzden onları anlaşmaya dahil etmemiştim. Işık, Perrin! Bu işin sonu felaket olacak. Eğer onları da bu belgeye dahil edersek…”

“Artık bir seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum,” dedi Perrin. “Aieller dahil edilmezse diğerleri asla imzalamaz.”

“Şimdi de imzalayacaklarından emin değilim,” dedi Rand. Masadaki kâğıda özlemle baktı. “Çok güzel bir rüyaydı Perrin. İnsanlık için iyi bir kaderin düşü. Avcumda olduklarını düşünüyordum. Egwene blöfümü görene kadar, avcumda olduklarını düşünüyordum.”

Diğerlerinin Rand’ın duygularının kokusunu alamıyor olmaları iyiydi, yoksa oradaki herkes Karanlık Varlık’ın karşısına çıkmaktan asla vazgeçmeyeceğini anlardı. Bu Rand’ın yüz ifadesine yansımıyordu, ama Perrin onun içten içe ilk koyununu kırpan oğlan çocuğu kadar endişeli olduğunu biliyordu.

“Rand, anlamıyor musun?” dedi Perrin. “Çözümü?”

Rand kaşlarını çattı.

“Aieller,” dedi Perrin. “Kullanılması gereken bir araç. Dayatılması gereken bir anlaşma…”

Rand duraksadı, sonra geniş geniş sırıttı. “Sen bir dâhisin Perrin.” “Konu demircilikse, bir-iki şey biliyorum sanırım.”

“Ama bu… bu demircilik hakkında değil Perrin…”

“Elbette öyle,” dedi Perrin. Rand bunu nasıl göremezdi?

Rand döndü ve kuşkusuz örgüsünü çözdü. Belgeye yürüdü, sonra onu alıp çadırın arka tarafındaki katiplerden birine doğru kaldırdı. “İki madde eklenmesini istiyorum. İlk olarak, Seanchanların Dokuz Ayın Kızı ya da İmparatoriçesi tarafından imzalanmadığı sürece bu belge geçersiz olacak. İkinci olarak… Aieller –Shaidolar dışındaki tüm Aieller– bu belgede, barışın muhafızları ve uluslar arasındaki anlaşmazlıkların aracısı olarak yer alacaklar. Tehdit altında hisseden herhangi bir ulus onlara başvurabilir. Çözümü düşman ordular değil Aieller getirecek. Ulusal sınırların ötesinde suçluları avlayabilecekler. O sırada sınırları dahilinde oldukları ulusların yasalarına tabi olacaklar, ama o ulusa tabi olmayacaklar.”

Elayne’e döndü. “İşte, Elayne, küçük baskıların büyümesini engellemek için gerektiğini söylediğin koşullar burada.”

“Aieller mi?” diye sordu Elayne kuşkuyla.

“Bunu kabul eder misin Rhuarc?” diye sordu Rand. “Bael, Jheran, kalanlarınız? Amaçsız kaldığınızı iddia ediyorsunuz ve Perrin de sizi işlemesi gereken aletler olarak görüyor. Bu görevi üstlenir misiniz? Savaşı önlemek, suç işleyenleri cezalandırmak, ulusların hükümdarlarıyla çalışarak adaletin yerine gelmesini sağlamak için?”

“Bizim anladığımız şekliyle adalet mi, Rand al’Thor,” dedi Rhuarc, “yoksa onların anladığı şekliyle adalet mi?”

“Aiellerin vicdanına göre olması lazım,” dedi Rand. “Size başvururlarsa, sizin adaletinizi bulacaklarını bilemeleri lazım. Aieller basit piyonlara dönüşürse bu hiçbir işe yaramaz. Bu belgeyi etkili kılacak olan, sizin bağımsızlığınız.”

Gregorin ve Darlin şikayet edecek oldu, ama Rand bir bakışla susturdu onları. Perrin kollarını kavuşturarak kendi kendine başını salladı. Şikayetleri öncekinden daha zayıftı. İkisinden de… düşünceli kokular geliyordu.

Bunu bir fırsat olarak görüyorlar, diye düşündü Perrin. Aielleri vahşiler olarak kabul ediyorlar ve Rand gittikten sonra onları yönlendirmenin kolay olacağına inanıyorlar. Perrin, bunu denerlerse nasıl yenileceklerini hayal ederek sırıttı.

“Bu çok ani oldu,” dedi Rhuarc.

“Akşam yemeğine hoş geldiniz,” diye ekledi Elayne, sert sert Rand’a bakmaya devam ederek. “Çorbayı deneyin.” Tuhaf bir biçimde gururlu kokuyordu. Tuhaf kadın.

“Seni uyarıyorum Rhuarc,” dedi Rand. “Adetlerinizi değiştirmeniz gerekecek. Aieller bu konularda birlik içinde hareket etmeli; şefler ve Bilgeler toplantı yaparak birlikte karar vermeli. Bir klan bir savaşta savaşırken, diğerleri ona karşı çıkıp karşı taraf için savaşamaz.”

“Konuşacağız,” dedi Rhuarc, diğer Aiel şeflerine doğru başını sallayarak. “Bu, Aiellerin sonu demek.”

“Aynı zamanda başlangıcı,” dedi Rand.

Aiel klan şefleri ve Bilgeler bir yanda ayrı ayrı toplandılar ve alçak seslerle konuşmaya başladılar. Aviendha geride kaldı. Rand bakışlarını uzaklara dikmiş, endişeli bir ifadeyle düşünüyordu. Perrin onun usulca bir şey fısıldadığını duydu. Sesi o kadar alçaktı ki, Perrin’in kulakları zar zor seçebildi.

“… düşlerin… bu yaşamdan uyandığında, artık var olmayacağız…” Rand’ın katipleri, telaşlı kokarak öne çıkıp, belgenin ek maddeleri üzerinde çalışmaya başladı. Cadsuane her şeyi sert bir ifadeyle izliyordu.

Kadın son derece gururlu kokuyordu.

“Bir madde ekleyin,” dedi Rand. “Aieller kendi sayılarının yetersiz olacağına karar verirse, diğer uluslardan destek kuvvet isteyebilir. Ulusların Aiellere nasıl başvuracağı ve bir düşmana saldırmak için nasıl izin isteyecekleri konusunda resmi bir yöntem de belirleyin.”

Katipler başlarını salladılar ve daha sıkı çalışmaya başladılar.

“Bu iş halledilmiş gibi davranıyorsun,” dedi Egwene, gözleri Rand’ın üzerinde.

“Ah, tam tersine,” dedi Moiraine. “Rand, sana söylemem gereken bir-iki şey var.”

“Hoşuma gidecek sözler mi?” diye sordu Rand.

“Sanmam. Söyle bana, neden ordulara bizzat kumanda etmen gerekiyor? Sen Shayol Ghul’e gideceksin. Orada kimseyle iletişim kuramayacaksın.” “Birinin kumanda etmesi gerekiyor Moiraine.”

“Bu noktada hepimizin hemfikir olduğundan eminim.”

Rand kollarını arkasında kavuşturdu. Rahatsız olmuş kokuyordu. “Bu insanların sorumluluğunu üzerime aldım Moiraine. Onların gözetildiğinden ve bu savaşın dehşetletinin en aza indirildiğinden emin olmak istiyorum.”

“Korkanın bir savaşı bizzat idare etmek için yetersiz bir sebep,” dedi Moiraine usulca. “Birliklerini korumak için savaşmazsın; kazanmak için savaşırsın. Bu önder sen olmak zorunda değilsin Rand. Sen olmamalısın.” “Bu savaşın karman çorman bir hale gelmesine izin vermeyeceğim Moiraine,” dedi Rand. “Son seferinde yaptığımız hataları, herkes kumandanın kendisinde olduğunu düşündüğünde oluşan kargaşayı bilebilseydin keşke Savaşın kendisi kargaşadır, ama yine de kararları verecek, herkesi bir arada tutacak bir başkomutana ihtiyacımız var.”

“Beyaz Kule’ye ne dersin?” diye sordu Romanda, diğerlerini ite kaka Egwene’in yanına gelerek. “Savaş meydanları arasında hızlı yolculuk etmemizi sağlayan kaynaklanınız var. Başka insanları yıkacak zamanlarda biz serinkanlılığımızı koruyabiliyoruz. Ve tüm uluslar bize güveniyor.”

Bu son kısım Darlin’in tek kaşını kaldırmasına sebep oldu.

“Gerçekten de en iyi seçenek Beyaz Kule olacakmış gibi görünüyor Lord Ejder,” diye ekledi Tenobia.

“Hayır,” dedi Rand. “Amyrlin pek çok şey olabilir, ama bir savaşın önderi… bunun akıllıca bir seçim olacağını düşünmüyorum.”

Tuhaf bir biçimde, Egwene hiçbir şey söylemedi. Perrin onu inceledi. Onun savaşı bizzat yönetme şansının üzerine atlayacağını sanırdı.

“Bizlerden biri olmalı,” dedi Darlin. “Buradaki savaşa katılabilecek kişilerden seçilmeli.”

“Sanının öyle,” dedi Rand. “Kumandanın kimde olduğunu hepiniz bildiğiniz sürece, bunu kabul ederim. Ama diğer taleplerimi kabul etmeniz gerek.”

“Hâlâ mühürleri kırmak konusunda ısrarlı mısın?” dedi Egwene.

“Endişelenme Egwene,” dedi Moiraine gülümseyerek. “Mühürleri kırmayacak.”

Rand’ın yüzü karardı.

Egwene gülümsedi.

“Onları sen kıracaksın,” dedi Moiraine, Egwene’e.

“Ne? Elbette kırmayacağım!”

“Sen Mühürlerin Gözetmeni’sin Anne,” dedi Moiraine. “Daha önce ne dediğimi duymadın mı? ‘İnsanların yapıldığı kırılacak ve Gölge Çağların Deseni üzerine düşecek ve Karanlık Varlık bir kez daha insanoğlunun dünyasına el uzatacak…’ Bunun olması gerek.”

Egwene endişelenmiş görünüyordu.

“Bunu görmüştün, değil mi?” diye fısıldadı Moiraine. “Düşünde ne gördün Anne?”

Egwene başta yanıt vermedi.

“Ne gördün?” diye ısrar etti Moiraine, ona yaklaşarak.

“Onun ayakları eziyordu,” dedi Egwene, Moiraine’in gözlerinin içine bakarak. “Rand yürürken, ayakları Karanlık Varlık’ın zindanının parçalarını eziyordu. Onu bir başka düşle, zindanı açmak için kazarken gördüm. Ama onu zindanı açarken görmedim Moiraine.”

“Parçalar oradaydı Anne,” dedi Moiraine. “Mühürler kırılmıştı.”

“Düşler yoruma açıktır.”

“Bu düşün doğru olduğunu biliyorsun. Yapılması gerekiyor ve mühürler sana ait. Zamanı geldiğinde onları kıracaksın. Rand, Yenidendoğan Ejder, mühürleri ona verme zamanı.”

“Bundan hoşlanmıyorum Moiraine,” dedi Rand.

“O zaman çok şey değişmemiş, değil mi?” diye sordu Moiraine hafif bir sesle. “Yapman gerekenlere devamlı direniyordun zaten. Özellikle de ne yapman gerektiğini ben söylediğimde.”

Rand bir an duraksadı, sonra kahkaha alarak ceketinin cebine uzandı. Cebinden cuendillar’dan yapılmış üç disk çıkardı. Hepsi de ortasındaki kıvrımlı bir çizgiyle ikiye bölünmüştü. Rand onları masaya bıraktı.

“Zamanının geldiğini nasıl anlayacak?” diye sordu.

“Anlayacaktır,” dedi Moiraine.

Egwene kuşkulu kokuyordu ve Perrin onu suçlamıyordu. Moiraine her zaman Desen’in örgüsünü takip etmeye ve Çark’ın dönüşlerine boyun eğmeye inanmıştı. Perrin öyle görmüyordu. Ona göre kendi yolunuzu çizerdiniz ve yapılması gereken iş için kendi kollarınıza güvenirdiniz. Desen, güvenilecek bir şey değildi.

Egwene, Aes Sedai’ydi. Moiraine’e katılması gerektiğini düşünüyor gibiydi. Ya bu, ya da Moiraine’le hemfikir olup mühürleri ellerine almak istiyordu yalnızca. “Yapılması gerektiğini hissettiğimde kıracağım onları,” dedi, mühürleri alarak.

“O zaman imza atacaksın.” Rand, fazla acele çalışmaları gerektiğinden yakman katiplerden belgeyi aldı. Belgenin arkasına pek çok ekleme yapılmıştı. Katiplerden biri bağırarak kuma uzandı, ama Rand Tek Güç’le bir şey yaptı ve mürekkebi bir anda kurutarak belgeyi Egwene’in önüne bıraktı.

“İmzalayacağım,” dedi Egwene, elini uzatıp kalem isteyerek. Diğer Aes Sedailer de omzunun üzerinden bakarken Egwene maddeleri dikkatle okudu. Her biri başlarını salladılar.

Egwene kalemi belgeyi imzaladı.

“Şimdi de diğerleri,” dedi Rand, tepkileri ölçmek için dönerek.

“Işık, akıllanmış bu adam,” diye fısıldadı Perrin’in yanındaki Faile. “Ne yaptığını fark ettin mi?”

“Ne yaptı?” dedi Perrin, sakalını kaşıyarak.

“Onu destekleyeceğini bildiği herkesi yanında getirdi,” diye fısıldadı Faile. “Ülkelerine yardım edilmesine yarayacak her şeyi imzalayacak olan Sınırboylular. Daha geçenlerde yardım ettiği Arad Domanlılar. Aieller… eh, tamam, Aiellerin ne zaman ne yapacağını kim bilebilir? Ama yine de dediğim geçerli.

“Sonra Egwene’in diğerlerini toparlamasına izin verdi. Bu dahiyane Perrin. Böylece, Egwene onun aleyhinde olanları çevresinde toparladıgın– da, tek yapması gereken Egwene’i ikna etmek oldu. Onu kendi tarafına çektikten sonra, diğerleri karşısında kalırlarsa aptal gibi görüneceklerdi.”

Gerçekten de, hükümdarlar belgeyi imzalarken –ilk imzalayan Berelain oldu ve bu konuda pek hevesli görünüyordu– Egwene’i destekleyenler kıpırdanmaya başladılar. Darlin yaklaştı ve kalemi eline aldı. Bir an duraksadıktan sonra imzaladı.

Ardından Gregorin geldi. Sonra Sınırboylular ve Arad Doman kralı. Hâlâ bütün bunları tam bir fiyasko olarak görmekte olan Roedran bile imzaladı. Perrin bunu ilginç buldu.

“Adam çok yaygara kapıyor,” dedi Faile’e, “ama bunun krallığı için faydalı olduğunu biliyor.”

“Evet,” dedi Faile. “Adam diğerlerini yanıltmak, onu ciddiye almamalarını sağlamak için hödük gibi davranıyor. Belge ulusların mevcut sınırlarını sabitliyor,” dedi Faile. “Hükümdarlığını sağlamlaştırmaya çalışan biri için büyük bir avantaj. Ama…”

“Ama?”

“Seanchanlar?” dedi Faile usulca. “Rand onları ikna ederse, bu onların da ele geçirdikleri ülkeleri alıkoyacakları anlamına mı geliyor? Ya damane olan kadınlar? Sınırlarından içeri giren her kadına o tasmalardan birini takmalarına izin verileceği anlamına mı geliyor?”

Çadır suskunlaştı. Belki de Faile amaçladığından daha yüksek sesle konuşmuştu. Perrin sıradan insanların neyi işitip neyi işitemediğini hatırlamakta güçlük çekiyordu.

“Seanchanları ben halledeceğim,” dedi Rand. Masanın yanında durdu ve hükümdarların belgeyi gözden geçirmelerini, yanlarında getirdikleri danışmanlarla konuşmalarını ve sonra imzalamalarını izledi.

“Nasıl?” diye sordu Darlin. “Onlar sizinle barış yapmak istemiyor Lord Ejder. Onların bu belgeyi anlamasız kılacağını düşünüyorum.”

“Burada işimiz bittiği zaman,” dedi Rand usulca, “onlara gideceğim. İmzalayacaklar.”

“Ya imzalamazlarsa?” diye sordu Gregorin.

Rand parmaklarını açarak elini masaya koydu. “Onları yok etmek zorunda kalabilirim. Ya da en azından yakın gelecekte savaşma yeteneklerini yok ederim.”

Kameriye sessizleşti.

“Bunu yapabilir misin?” diye sordu Darlin.

“Emin değilim,” diye itiraf etti Rand. “Yapabilsem bile, tüm gücüme ihtiyacım olduğu bir zamanda zayıf düşebilirim. Işık, tek seçeneğim bu olabilir. Korkunç bir seçenek. Onları son bıraktığımda… Biz Gölge’yle savaşırken onların bize arkadan saldırmasına izin veremeyiz.” Başını iki yana salladı ve Min yaklaşarak kolunu tuttu. “Onlarla başa çıkmanın bir yolunu bulacağım. Öyle ya da böyle, bir yol bulacağım.”

İmza süreci devam ediyordu. Bazıları bunu süslü jestlerle yapıyordu, diğerleri kayıtsızca. Rand belgeyi Perrin, Gawyn, Faile ve Gareth Bryne’a da imzalattı. Oradaki, önderlik pozisyonuna gelebilecek herkesin isminin belgede olmasını istiyor gibiydi.

Geriye yalnızca Elayne kaldı. Rand tüy kalemi ona uzattı.

“Benden zor bir şey istiyorsun Rand,” dedi Elayne, kollarını kavuşturarak. Altın rengi saçları Rand’ın kürelerinin ışığında parlıyordu. Neden dışarıdaki gökyüzü solmuştu? Rand endişelenmiş görünmüyordu, ama Perrin bulutların gökyüzünü yuttuğundan korktu. Rand’ın onları uzak tuttuğu bir yerde şimdi onlar hakimse, tehlikeli bir işaret.

“Zor olduğunu biliyorum,” dedi Rand. “Belki sana karşılığında bir şey verirsem…”

“Ne?”

“Savaşı,” dedi Rand. Hükümdarlara döndü. “Son Savaş’ı içinizden birinin yönetmesini istediniz. Bu rol için Andor’u ve kraliçesini kabul eder misiniz?”

“O çok genç,” dedi Darlin. “Çok yeni. Alınmayın Majesteleri.”

Alsalam hıhladı. “Konuşana bak. Buradaki hükümdarların yansı tahta bir seneden az süre önce geçti!”

“Ya Sınırboylular?” diye sordu Alliandre. “Onlar hayadan boyunca Afet’e karşı savaştı.”

“Bizi alt eltiler,” dedi Paitar. Başını iki yana salladı. “Bunu bizden biri koordine edemez. Andor iyi bir seçim.”

“Andor da işgal altında,” diye yorum yaptı Darlin.

“Hepiniz aynı durumdasınız ya da olacaksınız,” dedi Rand. “Elayne Trakand tam bir önderdir; bana önderlik hakkında bildiklerimi o öğretti. Büyük bir kumandandan taktik öğrendi ve tüm kumandanlardan tavsiye alacağından da eminim. Birinin önderlik etmesi şart. Bu pozisyona onun geçmesini hepiniz kabul eder misiniz?”

Diğerleri gönülsüzce başlarını sallayarak onayladılar. Rand, Elayne’e döndü.

“Tamam Rand,” dedi Elayne. “Bunu yapacağım. İmzalayacağım. Ama Seanchanlarla başa çıkmanın bir yolunu bulsan iyi olur. Sen bir çözüm bulana kadar hiçbirimiz güvende olmayacağız.”

“Seanchanların elinde tuttuğu kadınlar ne olacak?” diye sordu Rhuarc. “İtiraf etmeliyim Rand al’Thor, bizim niyetimiz, daha önemli savaşlar kazanılır kazanılmaz bu işgalcilere kan davası açmaktı.”

“Eğer hükümdarları imzalarsa,” dedi Rand, “çaldıkları yönlendirenler karşılığında mal vermeyi teklif edeceğim. Onları ele geçirdikleri topraklardan çekilmeye ve kendi ülkelerine geri dönmeye ikna etmeye çalışacağım.”

“Ya reddederlerse?” diye sordu Egwene başını iki yana sallayarak. “Bu meseleleri kabul etmeden belgeyi imzalamalarına izin verecek misin? Binlerce kişiyi köleye çevirdiler Rand.”

“Onları yenemeyiz,” dedi Aviendha, yumuşak bir sesle. Perrin onu süzdü. Aviendha kızgın, ama kararlı kokuyordu. “Onlara savaş açarsak bir yeniliriz.”

“Aviendha haklı,” dedi Amys. “Aieller, Seanchanlarla savaşmayacak.”

Şaşıran Rhuarc bir birine bir ötekine baktı.

“Korkunç şeyler yaptılar,” dedi Rand, “ama şimdiye kadar ele geçirdikleri topraklar onların getirdiği güçlü idareden faydalandı. Eğer zorunda kalırsam, daha fazla yayılmamaları şartıyla o toprakları onlara bırakmaya razıyım. Kadınlara gelince… olan oldu. Biz ilk önce dünyanın durumu hakkında endişelenelim. Sonra tutsaklar için elimizden geleni yaparız.”

Elayne, belki de dramatik etkisi için, belgeyi bir an daha tuttu, sonra eğildi ve altına süslü bir imza attı.

“Oldu,” dedi Moiraine, Rand belgeyi alırken. “Bu sefer barış bulacaksın Lord Ejder.”

“İlk önce hayatta kalmamız gerekiyor,” dedi Rand, belgeyi saygıyla tutarak. “Sizi savaş hazırlıkları yapmak üzere yalnız bırakacağım. Benim Shayol Ghul’e gitmeden önce bazı işleri tamamlamam gerekiyor ve buna Seanchanlar da dahil. Ama sizden bir talebim var. Bize ihtiyaç duyan çok sevgili bir dostumuz hakkında…”


Öfkeli bir şimşek bulutlu göğü yaraladı. Gölgeye rağmen Lan’in ensesi terliydi ve miğferin altındaki saçlarını keçeleştiriyordu. Senelerdir miğfer takmamıştı. Moiraine’le geçirdiği zamanın çoğunda dikkat çekmemesi gerekmişti ve miğferler dikkat çekiciydi.

“Ne… ne kadar kötü?” Andere yüzünü buruşturdu. Bir kayaya yaslanmış, böğrünü tutuyordu.

Lan savaşa baktı. Gölgedölleri yine toplanıyordu. Canavarlar birbirine karışıyor, birleşiyorlardı sanki. Koskoca, uluyan bir karanlık gücü, hava kadar yoğun bir nefret tabakası. O hava, tıpkı bir tüccarın kaliteli halı biriktirmesi gibi, sıcaklığı ve rutubeti biriktiriyordu sanki.

“Kötü,” dedi Lan.

“Öyle olduğunu biliyordum zaten,” dedi Andere, hızlı hızlı nefes alarak. Parmaklarının arasından kan sızıyordu. “Nazar?”

“Gitti,” dedi Lan. Kır saçlı adam neredeyse Andere’in canını alacak olan pusuya kurban gitmişti. Lan’in kurtarma teşebbüsü yeterince hızlı olmamıştı. “Onu öldüren Trolloc’u biçtiğini gördüm.”

“Annenin son kucağı…” Andere acıyla kasıldı. “Annenin…”

“Annenin son kucağı seni yuvana kabul etsin,” dedi Lan usulca.

“Bana o şekilde bakma Lan,” dedi Andere. “Sana katıldığımızda bunun… bunun nasıl bir savaş olacağını hepimiz biliyorduk.”

“Bu yüzden sizi durdurmaya çalıştım.”

Andere kaşlarını çattı. “Ben…”

“Barış, Andere,” dedi Lan, ayağa kalkarak. “İstediğim şey bencilceydi. Ben Malkier’e ölmek için geldim. Bu ayrıcalığı başkalarına reddetmeye hakkım yok.”

“Lord Mandragoran!” Prens Kaisel atının sırtında yaklaştı. Parlak zırhı çentilmiş ve kanlanmıştı. Kandor prensi hâlâ bu savaş için çok küçük görünüyordu, ama yıllanmış savaşçılar kadar serinkanlı olduğunu kanıtlamıştı. “Yine toparlanıyorlar.”

Lan kayalık zeminde, bir seyisin Mandarb’ı tuttuğu yere yürüdü. Siyah aygırın böğründe Trolloc silahlarının açtığı yaralar vardı. Işık’a şükür yüzeysel yaralardı. Lan elini atın boynuna koydu. Mandarb kişnedi. Yakında, bayraktarı, Jophil adlı kel bir adam Malkier’in Altın Turna bayrağını kaldırdı. Bu dünden beri beşinci bayraktarıydı.

Lan’in güçleri ilk saldırıda Geçit’i tutmuşlar, Gölgedölleri vadiye girmeyi başaramadan püskürtmüşlerdi onları. Lan bu kadarını beklemiyordu. Geçit kayalıkların ve zirvelerin arasına sokulmuş uzun, taşlı bir yoldu.

Burayı tutmak için çok akıllıca davranmak gerekmiyordu. Dururdunuz, ölürdünüz ve öldürürdünüz – direnebildiğiniz sürece.

Lan bir süvari birliğine kumanda ediyordu. Bu tür bir iş için ideal değildi –süvariler yayılabildikleri ve saldıracak kadar geniş yer bulabildikleri zaman etkili olurdu– ama Tarwin Geçidi o kadar dardı ki, aynı anda girebilen Trolloc sayısı sınırlıydı. Bu Lan’e bir şans veriyordu. En azından Trollocların sayılarından faydalanmasını zorlaştırıyordu. Kazandıkları her adım için kasabın bedelini ödemeleri gerekiyordu.

Trolloc leşleri, kanyona giden bir halı gibi serilmişti. Yaratıkları ne zaman geçide saldıracak olsa, Lan’in adamları kargılar ve baltalı mızraklarla, kılıçlar ve oklarla direniyorlar, binlercesini katlediyorlar ve diğer Trollocların üzerinden aşmasının gerekeceği yığınlar halinde bırakıyorlardı. Ama her çatışma Lan’in adamlarını da azaltıyordu.

Her saldırı adamlarını biraz daha gerilemeye zorluyordu. Geçit’in ağzına doğru. Otuz metreden az kalmıştı.

Lan yorgunluğun iliklerine dek işlediğini hissediyordu.

“Bizim güçlerimiz mi?” diye sordu Lan, Prens Kaisel’e.

“Belki altı bin kişi at sürebilir Dai Shan.”

Bir önceki günün yarısından az. “Onlara at binmelerini söyle.”

Kaisel şok olmuş göründü. “Geri mi çekileceğiz?”

Lan delikanlıya döndü.

Kaisel soldu. Lan, bakışlarının insanları ürküttüğünü duymuştu. Moiraine onun taşları ürkütebileceğini ve bir meşenin sabrına sahip olduğunu söyleyerek takılırdı ona. Eh, insanların sandığı kadar kendinden emin değildi, ama bu çocuk geri mi çekileceklerini sormaması gerektiğini de bilmeliydi.

“Elbette,” dedi Lan, “ondan sonra da saldıracağız.”

“Saldıracak mıyız?” dedi Kaisel. “Ama savunma halindeyiz!”

“Bizi süpürürler,” dedi Lan, kendini Mandarb’ın sırtına çekerek. “Yorulduk, tükendik ve dağılmak üzereyiz. Burada durur, onların bize saldırmasına izin verirsek, inlemeye zaman bulamadan düşeriz.”

Lan bir son gördüğü zaman anlardı.

“Emirleri ilet,” dedi Lan, Prens Kaisel’e. “Yavaşça geçitten çekileceğiz. Birliklerin geri kalanı ovada toplansın. At binmiş ve Geçit’ten çıkan Gölgedöllerine saldırmaya hazır olsunlar. Saldırı onlara büyük zarar verecek. Onlara neyin çarptığını anlamayacaklar.”

“Geçitten çıkarsak bizi kuşatıp ezmezler mi?” diye sordu Kaisel.

“Elimizdeki kaynaklarla yapabileceğimizin en iyisi bu.”

“Sonra ne olacak?”

“Sonra, eninde sonunda bizi aşacaklar, güçlerimizi dağıtıp ezecekler.” Kaisel bir an durdu, sonra başını salladı. Lan bir kez daha etkilendi. Bu oğlanın savaşta ihtişam bulmak, Dai Shan’ın yanında savaşmak ve düşmanları püskürtmek için geldiğini sanmıştı. Ama hayır. Kaisel iliklerine dek bir Sınırboyluydu. İhtişam için gelmemişti. Gelmek zorunda olduğu için gelmişti. Aferin çocuğa.

“Emri hemen ver. Adamlar at bindikleri için memnun olacaklar.” Dar geçitte manevra yapmanın güçlüğü yüzünden çoğu yerde savaşmak zorunda kalmıştı.

Kaisel emirleri verdi ve o emirler Lan’in adamlarının içini güz ateşi gibi yaktı. Lan, Bulen’in Andere’yi atının sırtına çıkarttığını gördü.

“Andere?” dedi Lan, Mandarb’ı o tarafa doğru topuklayarak. “At binecek durumda değilsin. Sen arka kamptaki yaralıların yanına git.”

“Orada yatıp, Trollocların sizin işinizi bitirdikten sonra beni katletmelerini bekleyeyim, öyle mi?” Andere hafifçe sallanarak eyerinde öne eğildi. Bulen endişe içinde başını kaldırıp ona baktı. Andere elini ona doğru salladı ve dik durmaya çalıştı. “Dağı yerinden oynattık zaten Lan. Bu tüyü de kaldırırsak işimiz bitecek.”

Lan itiraz etmedi. Geçitte, önündeki adamlarına geri çekilme emrini verdi. Kalan adamları çevresine toplandı ve yavaşça odaya doğru gerilemeye başladılar.

Trolloclar heyecanla bağırıp çağırdılar. Hareketlerini sınırlayan duvarlardan kurtuldukları zaman bu savaşı kolaylıkla kazanacaklarını biliyorlardı.

Lan ve küçük ordusu Geçit’in dar duvarlarından çıktılar. Yaya olanlar kanyonun ağzına yakın bağlanmış atlarına koştular.

Bu sefer Trollocların saldırmak için Myrddraaller tarafından güdülmeye ihtiyacı yoktu. Taş zeminde adımları gök gibi gürlüyordu.

Geçit’ten biraz uzaklaşınca Lan, Mandarb’ı yavaşlattı ve döndü. Andere atını güçlükle Lan’inkine yaklaştırdı ve diğer atlılar da onlara katılarak uzun süvari salları oluşturdular. Bulen atını Lan’in diğer yanma getirdi.

Gölgedölü fırtınası Geçit’in ağzına yaklaşmıştı. Kısa süresonra geçitten binlerce Trolloctan oluşan bir sel boşanacaktı – ve onları yutmaya çalışacaktı.

Lan’in güçleri sessizce çevresine dizildi. Çoğu yaşlı adamlardı, yenik krallıklarının kalıntıları. Dar geçidi tıkayan bu güç, geniş ovada minicik kalmıştı.

“Bulen,” dedi Lan.

“Evet Lord Mandragoran?”

“Seneler önce beni hayal kırıklığına uğrattığını iddia etmiştin, değil mi?”

“Evet Lordum. Ben…”

“Her tür başarısızlığın affedildi,” dedi Lan, önüne bakarak. “Hadorini sana ben verdiğim için gurur duyuyorum.”

Kaisel yaklaştı ve Lan’e başını salladı. “Hazırız Dai Shan.”

“Bu en iyisi,” dedi Andere, yüzünü buruşturarak. Hâlâ yarasını tutuyordu ve eyerde kalmakta güçlük çekiyordu.

“Nasıl olması gerekiyorsa öyle oluyor,” dedi Lan. Bir itiraz değil. Tam olarak değil.

“Hayır,” dedi Andere. “Bundan daha fazlası Lan. Malkier köklerini beyazkurtların yediği bir ağaç gibi. Dalları yavaş yavaş kuruyor. Ben bir anda yanıp kül olmayı tercih ederim.”

“Ben saldırmayı tercih ederim,” dedi Bulen, sesi sertleşerek. “Onların bizi ezmesini beklemektense, hemen saldırmayı tercih ederim. Kılıçlarımız memlekete dönük, saldırırken ölelim.”

Lan başını salladı, döndü ve kılıcını başının üzerine kaldırdı. Söylev vermedi. Daha önceden söylev vermişti zaten. Adamları bunun ne olduğunu biliyordu. Henüz güçleri kalmışken son bir saldırı yapmanın bir anlamı olacaktı. Uygar topraklara akın edecek daha az Gölgedölü. Savaşamayacak olanları biçecek daha az Trolloc.

Düşman ordusunun ucu bucağı yoktu. Savaş disiplini olmayan, saf tutmayan salyalı bir katliamcı sürüsü. Binlercesi. Aniden sel kapakları açılmış gibi akıyor, kanyonu dolduruyorlardı.

Lan’in küçük ordusu selin önündeki çakıltaşından farksızdı.

Adamlar kılıçlarını sessizce ona doğru kaldırarak son bir selam verdiler.

“Şimdi!” diye bağırdı Lan. Onlar yayılırken. En fazla zararı şimdi veririz. Mandarb’ı topuklayarak başa geçti.

Andere iki eliyle eyer kaşına tutunmuş, Lan’in yanında dörtnala at sürüyordu. Silahını kaldırmaya çalışmadı; bunu yaparsa eyerinden düşerdi.

Nynaeve, bağdan duygularını hissedemeyecegi kadar uzaktı, ama bazen mesafeye rağmen çok güçlü duygular hissedilebiliyordu. Belki duyguları ona ulaşır diye özgüven göndermeye çalıştı. Adamlarıyla duyduğu gururu. Ona duyduğu aşkı. Onun kendisi hakkında hatırladığı son şeylerin bunlar olacağını umuyordu.

Kolum kılıcım olacak…

Nallar yeri dövüyordu. İlerideki Trolloclar, avlarının geri çekilmekten vazgeçerek, onların kucaklarına doğru at süren bir saldırı gücüne dönüştüğünü fark ederek sevinçle uludular.

Göğsüm ise kalkan…

Lan bu sözleri söyleyen sesi duyabildiğini sandı: babasının sesini. Bu aptalcaydı elbette. Malkier düştüğünde Lan daha bebekti.

Yedi Kule’yi savunmak için…

Yedi Kule’nin Afet’e direnişini hiç görmemişti. Yalnızca hikâyelerini duymuştu.

Karanlığı uzak tutmak için…

At nalları gök gürültüsüne dönüşmüştü. Çok yüksek; mümkün olacağını sanmadığı kadar yüksek. Dimdik durdu ve kılıcını uzattı.

Diğerleri düştüğünde ben direneceğim.

İki ordu arasındaki mesafe daralırken, yaklaşan Trolloclar mızraklarını doğrulttular.

Al Chalidholara Malkier. Benim tatlı memleketim Malkier.

Sınır’da ilk görevine atanan Malkierli bir askerin ettiği yemindi bu. Lan o yemini etmemişti.

Şimdi, yüreğinde ediyordu.

Al Chalidholara Malkier!” diye haykırdı Lan. “Kargılar, hazır!” Işık, o nal sesleri ok yüksekti! Altı bin asker nasıl bu kadar gürültü çıkarabilirdi? Dönüp arkasına baktı.

Orada en az on bin asker vardı.

Ne?

Şaşkınlığı içinde Mandarb’ı mahmuzladı.

“İleri Altın Turna!”

Sesler, bağırışlar, güç ve coşku naraları.

İlerideki hava aniden dikey bir yarıkla bölündü. Üç düzine genişliğinde bir kapıyol güneşin kendisi gibi açıldı – Lan’in gördüğü en geniş kapıyol. Diğer yandan aydınlık döküldü, adeta patladı. Kapıyoldan zırh kuşanmış adamlar boşandı ve Lan’in yan tarafına geçtiler. Arafel bayrağı taşıyorlardı.

Daha fazla kapıyol açıldı. Üç, dört, sonra bir düzine. Her biri koordinasyon içinde meydana çıktı, süvariler kargılarını uzatarak saldırıya geçtiler. Saldaea, Shienar, Kandor bayrakları taşıyorlardı. Birkaç saniye içinde altı bin kişilik ordusu yüz bini bulmuştu.

Ön saflardaki Trolloclar çığlık attılar ve bazıları koşmayı bıraktı. Bazıları oldukları yerde durarak mızraklarını yaklaşan atlara doğru uzattılar. Geriden gelenler –önde neler olduğunu görmediklerinden– arkalarına toplandılar. Öfkeli sürüler, palaya benzeyen geniş ağızlı kılıçlarını ve çift baltalı kargılarını sallayarak öne geçmek için itişip kakışmaya başladılar.

Öndeki, mızrak taşıyan Trolloclar patladılar.

Lan’in arkasından bir yerden Asha’manlar örgüler savurarak toprağı yardılar ve Trollocların ön saflarını tamamen yok ettiler. Leşler yere düşerken ortadaki Trolloclar kendilerini açıkta, bir nal, kılıç ve kargı fırtınasının tam karşısında buldular.

Lan kılıcını savurarak saldırdı, Mandarb’ı hırlayan Trollocların ortasına sürdü. Andere kahkahalar atıyordu.

“Geriye, seni budala!” diye bağırdı Lan ona, yakındaki Trollocları biçerken. “Asha’manları yaralıların yanına götür; kampı korusunlar!”

“Gülümsemeni istiyorum Lan!” diye bağırdı Andere, atının eyerine yapışarak. “Bir sefer olsun bir taş parçasından daha fazla duygu gösterisi yap! Bu savaş bunu hak ediyor!”

Lan kazanacağını hiç düşünmediği savaşa baktı, son direniş yerine umut vaat eden bir savaş gördü ve kendini tutamadı. Gülümsemekle yetinmedi, kahkaha attı.

Andere emrine itaat etti ve Şifa aramak ve arka safları organize etmek için uzaklaştı.

“Jophil,” diye seslendi Lan. “Bayrağımı yükseğe kaldır! Bugün Malkier yaşıyor!”

Загрузка...