5 BİR İYİLİK İSTEMEK

Rand al’Thor uyandı ve derin bir nefes aldı. Çadırında, battaniyelerden sıyrıldı, Aviendha’yı orada uyurken bıraktı ve sabahlığını üzerine aldı. Hava ıslak kokuyordu.

Gençliğindeki sabahlar geldi aklına. Şafaktan önce inekleri sağmak için kalkması. İneklerin günde iki kez sağılması gerekiyordu. Gözlerini kapattı ve ondan önce kalkmış, ahırda yeni çit direkleri kesen Tam’in gürültüsünü hatırladı. Soğuk havayı, çizmelerini ayağına geçirmesini, yüzünü ısınması için sobanın yanına bırakılmış suyla yıkamasını.

O günlerde çiftçiler sabahları kapılarını açıp yepyeni bir dünyaya bakabilirdi. Gevrek kırağı. Kuşların ilk çekingen ötüşleri. Dünya sabah sabah esniyormuş gibi, ufku kızartan güneş ışığını.

Rand çadır kapaklarına gitti, onları geri çekti ve nöbet tutan kısa boylu, kızıl saçlı Mızrağın Kızı Katerin’e başını sallayarak selam verdi. Yeni olmakla uzaktan yakından alakası olmayan bir dünyaya baktı. Bu dünya, ta Dünyanın Omurgası’na kadar yaya olarak gidip dönmüş bir çerçi gibi yaşlı ve yorgundu. Merrilor Meydanı çadırlarla kaplıydı. Ateşlerden hâlâ karanlık olan sabah göğüne doğru dumandan sütunlar yükseliyordu.

Her yerde, insanlar çalışıyordu. Askerler zırhlarını yağlıyordu. Demirciler mızrak başlarını bileyliyordu. Kadınlar oklar için tüy hazırlıyordu. Daha iyi uyumuş olması gereken adamlara yemek arabalarından kahvaltı dağıtılıyordu. Herkes bunun fırtına patlamadan önceki son anlar olduğunu biliyordu.

Rand gözlerini yumdu. Soluk bir Muhafız bağından gelirmiş gibi, toprağın kendisini hissedebiliyordu. Ayaklarının altında, toprağın içinde solucanlar sürünüyordu. Çimenlerin kökleri, yavaşça yayılarak besin arıyordu. İskeletsi ağaçlar ölü değildi, çünkü içlerinde su dolaşıyordu. Ağaçlar uyuyordu. Yakındaki ağaçta mavikuşlar toplanmıştı. Söken şafakla cıvıldaşmıyorlardı. Sıcaklık ararmış gibi birbirlerine sokulmuşlardı.

Toprak hâlâ yaşıyordu. Parmak uçlarıyla bir uçurum kenarına tutunmuş bir adam gibi yaşıyordu.

Rand gözlerini açtı. “Katiplerim Tear’dan döndü mü?”

“Evet Rand al’Thor,” dedi Katerin.

“Diğer hükümdarlara haber yollayın,” dedi Rand. “Onlarla bir saat sonra meydanın ortasında, çadır dikilmemesini emrettiğim yerde buluşacağım.”

Katerin emrini iletmek için uzaklaştı ve yakındaki üç diğer Kız’ı nöbete bıraktı. Rand çadır kapaklarının önünde kapanmasına izin verdi ve döndü, sonra Aviendha’yı doğduğu günkü kadar çıplak, çadırın içinde dikilirken bulunca yerinde sıçradı.

“Sana gizlice yaklaşmak çok zor Rand al’Thor,” diye bildirdi Aviendha gülümseyrek. “Bağ sana çok fazla avantaj veriyor. Geceyarısı gezen kertenkele gibi çok ağır hareket etmem gerekiyor ki, bulunduğum yer çok hızlı değişmesin.”

“Işık, Aviendha! Neden bana gizlice yaklaşmak isteyesin ki?”

“Bunun için,” dedi Aviendha, sonra öne atıldı, Rand’ın kafasını yakaladı ve bedenini onunkine yaslayarak öptü.

Rand gevşedi ve öpücüğün sürmesine izin verdi. “Şaşırtıcı değil, ama,” diye mırıldandı Aviendha’nın dudaklarına, “nerelerimin donacağı konusunda endişelenmezken bu daha eğlenceli oluyor.”

Aviendha geriledi. “O olaydan bahsetmemelisin Rand al’Thor.”

“Ama…”

Toh’umu ödedim ve artık Elayne’le birincil-kardeşim. Unutulmuş bir utancı hatırlatma bana.”

Utanç mı? Neden utanacaktı ki? Daha demin… Rand başını iki yana salladı. Toprağın nefes alıp verdiğini duyabiliyordu yarım fersah uzakta, bir yaprağın üzerindeki böceği sezebiliyordu, ama bazen Aielleri çözemiyordu. Ya da belki yalnızca kadınları.

Bu durumda, muhtemelen ikisini birden.

Aviendha çadırdaki temiz su fıçısının yanında duraksadı. “Banyo yapmak için zamanımız olmaz sanırım.”

“Ah, artık banyo yapmaktan hoşlanmaya mı başladın?”

“Onları hayatın bir parçası olarak kabullendim,” dedi Aviendha. “Islaktopraklarda yaşayacaksam, bazı ıslaktopraklı geleneklerine de alışmam lazım. Aptalca olmadıkları zaman.” Ses tonu çoğunun aptalca olduğunu anlatıyordu.

“Sorun nedir?” diye sordu Rand, ona yaklaşarak.

“Sorun mu?”

“Bir şey seni rahatsız ediyor Aviendha. İçinde görebiliyorum, içinde hissedebiliyorum.”

Aviendha onu inceledi. Işık, çok güzeldi. “Eski benliğinin kadim bilgeliğini almadan önce seni idare etmek daha kolaydı Rand al’Thor.”

“Öyle mi?” diye sordu Rand gülümseyerek. “O zamanlar öyleymiş gibi davranmıyordun.”

“O zaman küçük bir çocuk gibiydim, Rand al’Thor’un sonsuz kızdırma yeteneği konusunda deneyimsizdim.” Aviendha ellerini suya daldırdı ve yüzünü yıkadı. “Sorun değil; senin ne tür koşullarla geldiğini bilseydim beyaz giyip bir daha da çıkarmazdım muhtemelen.”

Rand gülümsedi, sonra yönlendirerek Su ördü ve fıçıdan kendine su çekti. Aviendha geriledi ve merakla izledi.

“Artık yönlendirebilen bir erkek fikri seni rahatsız etmiyor gibi,” dedi Rand, suyu havaya yayar, bir Ateş ipliğiyle ısıtırken.

“Artık rahatsız olmam için bir sebep yok. Sen yönlendirirken rahatsız olmak, toh’u temizlendikten sonra bir kadının utancını unutmasına izin vermeyen bir adam gibi davranmak olurdu.” Aviendha onu süzdü.

“Kimsenin o kadar budalaca davranabileceğini hayal edemiyorum,” dedi Rand, sabahlığını kenara atıp ona yaklaşarak. “İşte. Bu kadar can sıkıcı bulduğun ‘kadim bilgelik’ten bir hatıra sana.”

Kusursuzca ılıtılmış suyu yaklaştırdı ve yoğun bir serpinti halinde üzerlerine yağdırdı. Aviendha inleyerek onun koluna tutundu. Islaktopraklı adetlerine alışmış olabilirdi, ama su hâlâ onu hem huzursuz ediyor hem de içinde bir huşu duygusu uyandırıyordu.

Rand Hava’yla bir kalıp sabun aldı ve bir parçasını tıraşlayarak su serpintisine karıştırdı. Köpüren su bedenlerini kapladı, saçlarını savurdu, Aviendha’nın saçlarını bir sütun halinde havaya kaldırdı, sonra hafifçe omuzlarına bıraktı.

Rand bir başka ılık su dalgasıyla sabunu arındırdı, sonra ıslaklığın çoğunu alarak ikisini nemli bıraktı. Suyu yeniden fıçıya gönderdi ve gönülsüzce saidin i salıverdi.

Aviendha nefes nefeseydi. “Bu… bu tamamen kaçıklıktı ve sorumsuzcaydı.”

“Teşekkür ederim,” dedi Rand, bir havlu alıp ona fırlatarak. “Efsaneler Çağı’nda yaptığımız çoğu şeyi kaçıkça ve sorumsuzca bulurdun. O farklı bir zamandı Aviendha. Çok daha fazla yönlendiren vardı ve küçük yaştan itibaren eğitim alıyorduk. Nasıl savaşılacağını, nasıl öldürüleceğini bilmemiz gerekmiyordu. Acıyı, açlığı, ıstırabı, savaşı yok etmiştik. Bunun yerine, Tek Güç’ü sıradan görünen şeyler için kullanıyorduk.”

“Savaşı yok ettiğinizi yalnızca varsaymıştınız,” dedi Aviendha burnunu çekerek. “Ama yanıldınız. Cehaletiniz yüzünden zayıf düştünüz.”

“Öyle. Ama bunu değiştirir miydim, bilemiyorum. Pek çok güzel sene vardı. Güzel onyıllar, güzel yüzyıllar. Cennette yaşadığımıza inanıyorduk. Belki de bu düşüşümüz oldu. Hayatlarımızın kusursuz olmasını istedik, bu yüzden kusurları görmezden geldik. İlgi göstermediğimiz sorunlar büyüdü. Delik’i yaratmasaydık savaş kaçınılmaz olabilirdi.” Havluyla kurulandı.

“Rand,” dedi Aviendha, ona yaklaşarak. “Bugün senden bir iyilik isteyeceğim.” Elini onun koluna koydu. Elinin derisi, Mızrağın Kızı olarak geçirdiği günler yüzünden kaba ve nasırlıydı. Aviendha asla Cairhien ve Tear saraylarındaki süt kadar yumuşak hanımefendiler gibi olmayacaktı. Rand onu böyle seviyordu. Elleri, iş bilen birinin elleriydi.

“Nasıl bir iyilik?” diye sordu. “Bugün istediğin hiçbir şeyi reddedebileceğimi sanmıyorum Aviendha.”

“İyiliğin ne olacağından henüz emin değilim.”

“Anlamadım.”

“Anlaman gerekmiyor,” dedi Aviendha. “Kabul edeceğine dair söz vermen de gerekmiyor. İnsan sevgilisine pusu kurmaz, bu yüzden seni önceden uyarmam gerektiğini düşündüm. İsteyeceğim iyilik, planlarını belki büyük ölçüde değiştirmeni gerektirecek, ve bu önemli olacak.”

“Tamam…”

Aviendha, her zamanki kadar gizemli, başını salladı ve giyinmek üzere giysilerini toparlamaya başladı.


Egwene düşünde donmuş bir su sütununun çevresinde yürüyordu. Buz, adeta bir ışık sütunu gibi görünüyordu. Bunun anlamı neydi? Yorumlayamıyordu.

Görüntü değişti ve bir küre buldu. Bir şekilde, onun dünya olduğunu biliyordu. Dünya çatlıyordu. Egwene çılgın gibi onu iple bağladı, bir arada tutmaya çalıştı. Kırılmasını engelleyecekti, ama çok çaba gerektiriyordu…

Düş soldu ve uyanmaya başladı. Hemen Kaynak’a kucak açtı ve ışık ördü. Neredeydi?

Üzerinde geceliği vardı ve Beyaz Kule’deki yatağında yatıyordu. Kendi odasında değil. Suikastçının saldırısından sonra henüz onarılmamıştı orası. Çalışma odasında küçük bir yatak odası vardı ve orada yatmıştı.

Başı zonkluyordu. Bir önceki gece, gözlerinden yorgunluk akarak Merrilor Meydanı’ndaki çadırında, Caemlyn’in düşüşü hakkındaki raporları dinlediğini hatırlayabiliyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde, Gawyn bir noktada onun yerde bir şiltede değil bir yatakta uyuyabilmesi için Nynaeve’e bir kapıyol açtırmıştı.

Egwene kendi kendine homurdanarak kalktı. Muhtemelen Gawyn haklıydı, ama ses tonuna sinir olduğunu açık seçik hatırlayabiliyordu. Kimse kullandığı ses tonu için Gawyn’i paylamamıştı, Nynaeve bile. Egwene şakaklarını ovaladı. Bağ ağrısı, Halima ona bakarken’ gelen baş ağrıları kadar kötü değildi, ama yine de epey canını yakıyordu. Kuşkusuz bedeni son haftalarda çok az uyumasına itiraz ediyordu.

Kısa süre sonra –giyinmiş, yıkanmış ve birazcık daha iyi hisseder halde– odadan çıktı ve Gawyn’i Silviana’nın masasına oturmuş kapının yanında duran çömezi görmezden gelerek bir raporu okurken buldu.

“Bunu yaptığını görse Silviana seni ayak parmaklarından pencerenin dışına asar,” dedi Egwene kuru kuru.

Gawyn ayağa fırladı. “Onun raporlarından biri değil,” diye itiraz etti. “Yalnızca kız kardeşim Caemlyn’den son haberleri yolladı. Daha birkaç dakika önce, kapıyolla geldi.”

“Ve sen de okuyorsun, öyle mi?”

Gawyn kızardı. “Yak beni Egwene. Orası benim evim. Mühürlü değildi. Düşündüm ki…”

“Sorun değil Gawyn,” dedi Egwene içini çekerek. “Bakalım ne diyor.”

“Çok haber yok,” dedi Gawyn yüzünü buruşturarak. Mektubu ona uzattı. Çömeze bakarak başını sallayınca çömez koşturarak çıktı. Kısa süre sonra kız buruşmaya başlamış çanmeyve, ekmek ve bir sürahi sütü koyduğu tepsiyle geri döndü.

Egwene kahvaltısını etmek üzere çalışma odasındaki masaya oturdu. Çömez çıkarken vicdan azabı duydu. Kendisi rahat bir yatakta uyurken ve ne kadar eski olursa olsun meyveyle kahvaltı ederken, Kule’nin Aes Sedailerinin ve askerlerinin büyük kısmı Merrilor Meydanı’nda kampta kalıyordu.

Yine de Gawyn’in savları mantıklı gelmişti. Herkes onun Merrilor’daki çadırda olduğunu düşünürse, suikastçılar oraya saldırırdı. Seanchan suikastçıların teşebbüsünün başarılı olmasına ramak kalmışken birkaç ek önlem daha almaya razıydı. Özellikle de güzel bir uyku çekmesine yardım ediyorsa.

“O Seanchan kadın,” dedi Egwene, fincanının içine bakarak. “Illianlı’yla gelen. Onunla konuştun mu?”

Gawyn başını salladı. “Başlarına birkaç Kule Muhafızı diktim. Bir açıdan Nynaeve de onlara kefil oldu zaten.”

“Bir açıdan mı?”

“Kadına pek çok farklı şekilde yün kafalı dedi, ama muhtemelen sana bilerek zarar vermeyeceğini belirtti.”

“Harika.” Eh, konuşmaya gönüllü bir Seanchan Egwene’in işine yarayabilirdi. Işık. Ya aynı anda hem onlarla hem Trolloclarla savaşması gerekirse?

“Kendi tavsiyene kendin uymamışsın,” dedi Egwene, masanın önündeki sandalyeye oturan Gawyn’in gözlerini fark ederek.

“Birinin kapıyı gözetlemesi gerekiyordu,” dedi Gawyn. “Nöbetçi çağıracak olsam senin Merrilor’da olmadığını herkes öğrenirdi.”

Egwene ekmekten bir lokma aldı -neyden yapılmıştı bu ekmek?– ve rapora göz gezdirdi. Gawyn haklıydı, ama onun böyle bir günde uykusuz kalması fikri hoşuna gitmiyordu. Muhafız bağı ancak bir yere kadar işe yarardı.

“Demek şehri gerçekten kaybettik,” dedi. “Duvarlar aşılmış, saray ele geçirilmiş. Trollocların şehrin tamamını yakmadığını anlıyorum. Çoğunu yakmışlar, ama tamamını değil.”

“Evet,” dedi Gawyn. “Ama Caemlyn’i kaybettiğimiz açık.” Egwene bağda onun gerginliğini hissetti.

“Üzgünüm.”

“Pek çok kişi kaçmış, ama bunca mülteci varken saldırıdan önce şehrin nüfusunun ne olduğunu bilmek zor. Muhtemelen yüz binlerce insan öldü.”

Egwene nefes verdi. Bir gecede bir ordu insan yok olmuştu. Muhtemelen bu, yaklaşan zulmün yalnızca başlangıcıydı. Şimdiye kadar Kandor’da kaç kişi ölmüştü? Ancak tahmin yürütebilirlerdi.

Andor ordusunun erzakının büyük kısmı Caemlyn’deydi. Onca insanın –yüz binlerce– yanan bir şehirden kaçarak yollara düşmesini hayal etmek Egwene’i hasta ediyordu. Ama bu düşünce Elayne’in ordusunun açlıktan kırılmasını hayal etmek kadar korkunç değildi.

Silviana için bir not yazdı ve Şifa verebilecek gücü olan tüm Aes Sedaileri mültecilere yardım etmeye yollamasını ve bunun için Beyazköprü’de kapıyollar açtırmasını istedi. Beyaz Kule’nin erzak stokları da azalmıştı, ama yine de belki oraya bir miktar erzak yollayabilirdi.

“En dipteki notu gördün mü?” diye sordu Gawyn.

Egwene görmemişti. Kaşlarını çattı, sonra Silviana’nın el yazısıyla en dibe eklenmiş cümleyi okudu. Rand al’Thor herkesin toplanmasını istemişti. Saat…

Egwene odanın eski ahşap ayaklı saatine baktı. Toplantı yarım saat sonraydı. İnledi, sonra kahvaltısının kalanını ağzına tıkıştırmaya başladı. Zarif bir yöntem değildi, ama Rand’ın karşısına boş mideyle çıkacaksa Işık kavursundu onu.

“O çocuğu boğacağım,” dedi, yüzünü silerek. “Hadi artık, gidelim.”

“En son biz gidebiliriz,” dedi Gawyn, ayağa kalkarak. “Bize emirler yağdıramayacağını gösteririz.”

“Ve ben orada olup söylediklerine karşı çıkmadan başka herkesle görüşmesi olanağını veririz, öyle mi? Bundan hoşlanmıyorum, ama şu anda dizginler Rand’ın elinde. Herkes onun ne yapacağını çok merak ediyor.”

Çadırına, Yolculuk için ayırdığı köşeye açılan bir kapıyol yarattı. Birlikte kapıyoldan geçtiler ve çadırdan çıkıp Merrilor Meydanı’nın şamatasına girdiler. Dışarıda insanlar bağırıyordu; birlikler uzak nal gümbürtüleri eşliğinde at koşturarak toplantı için pozisyon alıyorlardı. Rand burada ne yaptığının farkında mıydı? Askerleri bu şekilde bir araya getirmek ve onları kararsız ve sinirli bir halde bırakmak? Yahni tenceresine bir demet havaifişek atmak ve sonra onu sobanın üzerine yerleştirmekten farksızdı. Eninde sonunda bir şeyler patlamaya başlardı.

Egwene’in bu kargaşayı idare etmesi gerekiyordu. Uzun adımlarla çadırından çıktı ve yüzündeki ifadeyi yok etti. Gawyn de solunda, bir adım peşinden yürüyordu. Dünyanın bir Amyrlin’e ihtiyacı vardı.

Silviana, Kule Salonu toplantısına gidiyormuş gibi etol ve asasıyla resmi bir biçimde giyinmiş, dışarıda bekliyordu.

“Toplantı başladığında bununla ilgilen,” dedi Egwene, notu ona uzatarak.

“Peki Anne,” dedi kadın, sonra Egwene’in sağına geçerek peşine takıldı. Silviana ile Gawyn’in birbirlerini görmezden geldiğini bilmek için Egwene’in arkasına bakması gerekmiyordu.

Kampın batısında, Egwene birbiriyle tartışan bir grup Aes Sedai buldu. Aralarından geçti ve kadınlar sustular. Bir seyis ona atı, aksi bir iğdiş at olan Elek’i getirdi ve Egwene atına binerken Aes Sedailere baktı. “Yalnızca Temsilciler.”

Bu kadınlara bir sakinlik ve Aes Sedai buyurganlığıyla yapılmış terbiyeli şikayetler gelirdi. Her biri toplantıda bulunmaya hakkı olduğunu düşünüyordu. Egwene onlara dik dik baktı ve kadınlar yavaş yavaş hizaya girdi. Onlar Aes Sedaiydi; didişmenin onlara yakışmadığını biliyorlardı.

Temsilciler toplandı ve Egwene beklerken Merrilor Meydanı’na baktı. Shienar çayırlarında, üçgen şeklinde geniş bir alandı ve iki yanında, bir araya gelen iki ırmakla –Mora ve Erinin– üçüncü yanda ise ormanla sınırlanmıştı. Otuz metre yüksekliğinde sarp bir kayalık olan Dashar Tepesi çayırı bölüyordu. Mora’nın Arafel tarafında Polov Tepesi vardı, on iki metre kadar yüksekliği olan, üç yanı hafif eğimli, ırmağa bakan yeri uçurum, üzeri yassı bir tepe. Polov Tepesi’nin güneybatısında bataklık uzanıyordu ve yakında, Mora Nehri’nin Hawal Geçidi olarak bilinen sığlıkları vardı. Bu sığlıklar, Arafel ile Shienar arasında rahat bir geçiş sağlıyordu.

Yakında, kuzeydeki eski taş yıkıntıların karısında bir Ogier yurdu bulunuyordu. Egwene buraya geldikten kısa süre sonra Ogierleri ziyaret etmişti, ama Rand Ogierleri toplantıya davet etmemişti.

Ordular toplanıyordu. Batıdan, Rand’ın kamp kurduğu taraftan Sınırboylu bayrakları yaklaşıyordu. Aralarında Perrin’in kendi bayrağı da vardı. Perrin’in bir bayrağı olması tuhaftı.

Güneyden, Elayne’in alayı dolana dolana toplantı yerine, Meydan’ın tam ortasına yaklaşıyordu. Kraliçe en önde at sürüyordu. Sarayı yanmıştı, ama o önüne bakıyordu. Perrin ve Elayne, Tearlılar ve Illianlılar –Işık, bu orduların birbirine bu kadar yakın kamp kurmasına kim izin vermişti?– ayrı alaylar halinde yürüyordu ve her biri neredeyse ordusunun tamamını getirmişti.

Hızlı davranmak en iyisiydi. Egwene’in varlığı hükümdarları sakinleştirecek, belki sorunları önleyecekti. Bu kadar çok Aielin yakınında olmaktan hoşlanmayacaklardı. Shaidolar dışında tüm klanlar buradaydı. Egwene onların Rand’ı mı, yoksa kendisini mi destekleyeceklerini hâlâ bilmiyordu. Bilgelerin bazıları Egwene’in savlarını dinlemiş gibiydi, ama herhangi bir yorum yapmamışlardı.

“Şuraya bak,” dedi Saerin, atını Egwene’inkine yaklaştırarak. “Deniz Halkı’nı sen mi davet ettin?”

Egwene başını iki yana salladı. “Hayır. Rand’a karşı durma ihtimalleri olmadığını düşündüm.” Aslında, Tel’aran’rhiod’da Rüzgarbulanlarla görüştükten sonra, onlarla bir daha pazarlığa dalmak istememişti. Uyandığında yalnızca bebeğini değil, Beyaz Kule’yi de onlara vermeyi kabul ettiğini öğrenmekten korkuyordu.

Deniz Halkı oldukça gösterişli bir giriş yapıyordu; rengarenk giysiler içinde, Rand’ın kampının yanındaki kapıyollardan geliyorlardı. Dalgahanımları ve Kılıçustaları, krallar kadar azametliydi.

Işık, diye düşündü Egwene. Acaba en son ne zaman bu ölçekte bir toplantı yapıldı? Hemen hemen her ulusun temsilcisi vardı. Deniz Halkı ve Aieller sayılırsa daha da fazla. Yalnızca Murandy, Arad Doman ve Seanchan elindeki uluslar eksikti.

Son Temsilci de sonunda atma bindi ve yanma geldi. Harekete geçmeye hevesliydiler, ama bunu göstermeye cesaret edemiyorlardı. Egwene atını yavaş yavaş toplantı yerine doğru sürmeye başladı. Bryne’ın askerleri de çevrelerini aldı ve yere vuran botlarıyla, dimdik tuttukları kargılarıyla, bir eşlikçi alayı oluşturdular. Beyaz önlüklerine Tar Valon Alevi işlenmişti, ama Aes Sedailerden daha gösterişli görünmüyorlardı. Yürüyüşleri, ortalarındaki kadınları vurguluyordu. Diğer ordular silahlarının gücüne güvenirdi. Beyaz Kule’de daha iyisi vardı.

Bütün ordular meydanın ortasındaki toplanma yerine yöneldiler. Rand oraya çadırlar kurulmasını emretmişti. Saldırı düzenlemek için kusursuz bir alanda, bunca ordu bir arada. Bu iş yolunda gitse iyi olacaktı.

Elayne güçlerinin büyük çoğunluğunu yarıyolda bırakıp, yaklaşık yüz adamdan oluşan daha küçük bir koruma grubuyla devam ederek örnek teşkil etti. Egwene de aynısını yaptı. Diğer önderler de ilerlediler ve maiyetleri merkezdeki alanın çevresinde geniş bir halka oluşturarak durdular.

Merkeze yaklaşırken Egwene’in üzerine güneş ışığı düşüyordu. Egwene alanın üzerinde bulutların geniş, kusursuz bir halka oluşturacak şekilde dağıldığını fark etmeden geçemedi. Rand gerçekten de dünyayı tuhaf şekillerde etkiliyordu. Orada olduğunu ilan eden bir duyuruda bulunması, sancak dalgalandırması gerekmiyordu. Onun olduğu yerde bulutlar çekiliyor, güneş ışığı üzerine düşüyordu.

Ama henüz merkeze gelmemiş gibiydi. Egwene, Elayne’in yanına gitti. “Elayne, çok üzgünüm,” dedi bir kez daha.

Altın saçlı kadın önüne bakmaya devam etti. “Şehri kaybettik, ama şehir ulusun kendisi değildir. Bu toplantıyı yapmamız lazım, ama çabuk olmalıyız ki Andor’a dönebilelim. Rand nerede?”

“Oyalanıyor,” dedi Egwene. “Her zaman böyleydi.”

“Aviendha’yla konuştum,” dedi Elayne. Doru atı kıpırdandı ve hıhladı. “Dün geceyi onunla geçirdi, ama Rand ona bugün ne yapmayı planladığını söylememiş.”

“Taleplerden bahsetmişti,” dedi Egwene, hükümdarların maiyetleriyle birlikte toplanmasını izleyerek. İlk gelen, Tear Kralı Darlin Sisnera’ydı. Tacını Rand’a borçlu olmasına rağmen Egwene’i destekleyecekti. Seanchan tehdidi onu hâlâ çok rahatsız ediyordu. Siyah, sivri sakallı orta yaşlı adam pek yakışıklı değildi, ama kendine hakim ve özgüvenliydi. Atının sırtında Egwene’e dönerek eğildi ve Egwene yüzüğünü uzattı.

Darlin duraksadı, sonra atından indi, yaklaştı ve başını eğerek yüzüğü öptü. “Işık sizi aydınlatsın Anne.”

“Seni burada gördüğüme memnun oldum Darlin.”

“Sözünüz geçerli olduğu sürece. İstediğim anda, ülkeme kapıyol.”

“Açılacak.”

Darlin diğer yandan Egwene’e doğru at süren bir başka adamı gözleyerek yine eğildi. Illian Naibi Gregorin pek çok açıdan Darlin’in dengiydi – ama tam olarak değil. Rand, Darlin’i Tear Naibi atamıştı, ama Yüksek Lordlar onun kral olarak taç giymesini istemişti. Gregorin ise Naip olarak kalmıştı. Uzun boylu adam son zamanlarda kilo vermişti. Geleneksel Illian sakalıyla yuvarlak yüzü süzülmeye başlamıştı. Egwene’in dürtüklemesini beklemedi. Atından indi ve süslü bir biçimde eğilerek elini yakalayıp yüzüğü öptü.

“Siz ikinizin anlaşmazlıklarınızı bir kenara bırakarak bu girişimde bana katılmanıza pek memnun oldum,” dedi Egwene, birbirine dik dik bakmaya başlamış olan adamların dikkatini dağıtarak.

“Lord Ejder’in niyeti… huzursuzluk verici,” dedi Darlin. “Tear’ı yönetmem için beni seçti, çünkü gerekli gördüğümde ona karşı çıktığımı biliyor. Ona sağduyuyla yaklaşırsam yine dinleyeceğine inanıyorum.”

Gregorin hıhladı. “Lord Ejder kesinlikle sağduyulu bir adamdır. Ona iyi bir sav sunmamız yeterli. Dinleyecektir.”

“Vakanüvis’imin size söyleyeceği şeyleri var,” dedi Egwene. “Lütfen onu dinleyin. İşbirliğiniz hatırlanacaktır.”

Silviana atının sırtında öne çıktı ve Gregorin’i kenara çekerek konuştu. Söyleyecek çok önemli şeyleri yoktu, ama Egwene bu ikisinin sonunda kavga edeceğinden korkuyordu. Silviana, onları birbirinden uzak tutma talimatı almıştı.

Darlin onu süzdü. Ne yaptığını anlamış görünüyordu, ama şikayet etmeden atına bindi.

“Sıkıntılı görünüyorsunuz Kral Darlin,” dedi Egwene.

“Bazı eski düşmanlıklar okyanustan da derindir Anne. Neredeyse bu toplantının Karanlık Varlık’ın işi olduğunu, işini onun adına yapıp birbirimize düşmemizi beklediğini düşüneceğim.”

“Anlıyorum,” dedi Egwene. “Belki de, buraya gelmeden önce çoktan yapmadıysan, adamlarına bugün hiçbir kazaya izin olmadığını söylemelisin.”

“Bilgece bir öneri.” Darlin eğildi ve geriledi.

İkisi de Egwene’in tarafındaydılar. Elayne de öyle. Elayne’in Kraliçe Alliandre hakkında söyledikleri doğruysa, Ghealdan Rand’ı savunacaktı. Ghealdan o kadar güçlü değildi, Alliandre Elayne’i endişelendirmiyordu – ama Sınırboyları başka meseleydi. Rand onları kazanmış görünüyordu.

Bayrakları ordularının üzerinde dalgalanıyordu ve Kraliçe Ethenielle dışında tüm hükümdarlar oradaydı. Ethenielle, Kandor’daydı ve yurdundan kaçan mültecileri organize etmeye çalışıyordu. Burada her ne olacaksa, Kandor’un yaşaması için sınırda savaşmak kadar önemli olduğunu düşündüğünü ifade edermiş gibi, bu toplantıya büyükçe bir birlik göndermişti –en büyük oğlu Antol de aralarındaydı.

Kandor. Son Savaş’ın ilk kurbanı. Tüm ülkenin yangın yerine döndüğü söyleniyordu. Sırada Andor mu vardı? İki Nehir? Sakin ol, diye düşündü Egwene.

Kimin kimi destekleyeceğini düşünmek korkunç bir duyguydu, ama bunu yapmak onun göreviydi. Kuşkusuz kendisi öyle istiyor olsa da, Rand Son Savaş’ı bizzat yönetemezdi. Onun görevi Karanlık Varlık’la savaşmaktı; aynı zamanda orduların kumandanlığını yapacak zamanı olmayacaktı, muhtemelen Karanlık Varlık’la savaşırken aklına bile gelmeyecekti. Bu toplantıdan, Gölge güçlerine karşı birleşen güçleri Beyaz Kule’nin yöneteceği kararıyla çıkmaya kararlıydı. Mühürlerin sorumluluğundan vazgeçmeye de niyeti yoktu.

Bu yeni Rand’a ne kadar güvenebilirdi? Birlikte büyüdüğü Rand değildi. Daha ziyade, Aiel Kıraçları’nda tanıdığı, daha özgüvenli Rand’a benziyordu. Belki aynı zamanda daha kurnaz. Evler Oyunu’nda bayağı ustalaşmıştı.

Onunla sağduyulu bir biçimde konuşmaya başardığı sürece, bu değişimlerin hiçbiri korkunç şeyler değildi.

Oradaki Arad Doman bayrağı mı? diye düşündü hayretle. Yalnızca Arad Doman bayrağı değildi, Kral’ın bayrağıydı ve meydana yeni gelen güçlerle birlikte at sürdüğünü anlatıyordu. Rodel Ituralde sonunda tahta mı çıkmıştı, yoksa Rand başka birini mi seçmişti? Doman kralının bayrağı, Saldaea Kraliçesi’nin amcası Davram Bashere’in bayrağının yanında dalgalanıyordu.

“Işık.” Gawyn atını dürtükleyerek Egwene’in yanına yaklaştı. “O bayrak…”

“Görüyorum,” dedi Egwene. “Siuan’ı yakalamam lazım: kaynakları tahta kimin geçtiğini söylüyor muydu? Domanlıların savaşa önderleri olmadan at süreceğinden korkuyordum.”

“Domanlılar mı? Ben şundan bahsediyordum.”

Egwene onun baktığı yere döndü. Kırmızı boğa bayrağı altında, telaşla yaklaşan yeni bir güç katılmıştı aralarına. “Murandy,” dedi Egwene, “İlginç. Roedran sonunda dünyanın geri kalanına katılmaya karar vermiş.”

Yeni gelen Murandyliler muhtemelen hak ettiklerinden daha fazla gösteriş yapıyorlardı. En azından kıyafetleri güzeldi: zincir zırh üzerine san ve kırmızı tünikler; geniş siperlikli pirinç miğferler. Geniş kırmızı kemerlerinde saldıran boğa simgesi vardı. Andorlulardan uzak durdular ve kuzeybatıdan yaklaşarak Aiel güçlerinin çevresinden dolandılar.

Egwene, Rand’ın kampına döndü. Ejder’den hâlâ haber yoktu.

“Gel,” dedi, Elek’i Murandy ordusuna doğru topuklayarak. Gawyn de peşine takıldı. Chubain, koruma olarak yirmi kişilik bir birlik getirdi.

Roedran kızıl-altın renklere bürünmüş şişman bir adamdı. Egwene adamın atının her adımda inlediğini duyabiliyordu neredeyse. Seyrelmeye yüz tutmuş saçlarında siyahtan çok ak vardı ve Egwene’i beklenmedik ölçüde keskin bir ifadeyle izliyordu. Murandy Kralı tek bir şehirden, Lugard’dan biraz daha fazlasına hakimdi, ama Egwene’in aldığı raporlar bu adamın hükümranlık alanını genişletmek konusunda hiç de başarısız olmadığını anlatıyordu. Birkaç sene sonra, kendine ait gerçek bir krallığı bile olabilirdi.

Roedran etli elini kaldırarak alayı durdurdu. Egwene de atını dizginledi ve âdet olduğu üzere, Roedran’ın yaklaşmasını bekledi. Roedran yerinden kıpırdamadı.

Gawyn bir küfür savurdu. Egwene’in dudaklarında bir gülümseme dolandı. Sonunda atını dürtükleyerek öne çıkardı.

“Demek öyle.” Roedran onu tepeden tırnağa süzdü. “Yeni Amyrlin sensin. Bir Andorlu.”

“Amyrlin’in ulusu yoktur,” dedi Egwene serinkanlılıkla. “Seni burada gördüğüme şaşırdım Roedran. Ejder seni ne zaman davet etti?”

“Etmedi.” Roedran bir kadeh taşıyıcısına, şarap getirmesini işaret etti. “Murandy’nin olayların dışında bırakılmasına bir son verme vaktinin geldiğine karar verdim.”

“Peki buraya gelmek için kullandığı kapıyolları kim açtı? Buraya gelmek için Andor’dan geçmemişsindir herhalde.”

Roedran duraksadı.

“Güneyden geldin,” dedi Egwene, onu inceleyerek. “Andor’dan. Seni Elayne mi çağırdı?”

“Beni çağırmadı,” diye terslendi Roedran. “Lanet Kraliçe, onu desteklersem Murandy’yi işgal etmemeye söz veren bir niyet bildirgesi yayınlayacağına söz verdi.” Duraksadı. “Dahası, bu sahte Ejder’i görmek istiyordum. Konu o olduğunda dünyadaki herkesin aklı başından gidiyor gibi.”

“Bu toplantının konusunu biliyorsun, değil mi?” dedi Egwene.

Roedran elini salladı. “Bu adamı işgalci alışkanlıklarından vazgeçirmek gibi bir şey.”

“Bu yeterli.” Egwene öne eğildi. “Hükümranlığını güzelce sağlamlaştırdığını ve Lugard’ın bu sefer Murandy üzerinde gerçek bir yetkesi olabileceğini duydum.”

“Evet,” dedi Roedran, biraz daha dik oturarak. “Bu doğru.”

Egwene biraz daha öne eğildi. “Bir şey değil,” dedi yumuşak bir sesle, sonra gülümsedi. Elek’i çevirdi ve maiyetini de peşine takarak uzaklaştı.

“Egwene,” dedi Gawyn usulca, atını onunkinin yanında koşturarak, “gerçekten yaptın mı bunu?”

“Rahatsız olmuş mu görünüyor?”

Gawyn omzunun üzerinden arkaya baktı. “Çok.”

“Harika.”

Gawyn bir an sonra geniş geniş sırıttı. “Bu gerçekten fesattı.”

“Adam raporların anlattığı kadar kaba ve hödük,” dedi Egwene. “Birkaç gecesini Beyaz Kule’nin nasıl olup da onun bölgesinde kukla oynattığını merak ederek geçirse de olur. Gerçekten intikam almak istersem, açığa çıkarabileceği birkaç güzel sır da ayarlayabilirim. Nerede bu çoban? Nasıl bir cürettir ki… ”

Rand’ın geldiğini görünce sustu. Rand kırmızı-altın bir kıyafet içinde, kahverengileşmiş çayırda yürüyerek yaklaşıyordu. Yanında, havada, Egwene’in görmediği örgülerin tuttuğu çok büyük bir bohça asılıydı.

Ayak bastığı yerde çimenler yeşeriyordu.

Büyük bir değişim değildi. Geçtiği yerde çimenler canlanıyor ve aralık kepenkten gelen yumuşak bir ışık dalgası gibi yayılıyordu. Adamlar geriledi; atlar toynaklarıyla yeri dövdü. Birkaç dakika sonra halka olmuş bekleyen tüm birlikler yeşil çimenlerin üzerinde duruyordu.

Egwene basit, yeşil bir çimenlik görmeyeli ne kadar olmuştu? Egwene nefes verdi. Günün kasveti biraz hafiflemişti. “Bunu nasıl yaptığını bilmek için neler vermezdim,” diye mırıldandı kendi kendine.

“Bir örgü mü?” diye sordu Gawyn. “Aes Sedailerin kışın çiçek açtırdığını görmüştüm.”

“Bu kadar geniş bir alanı etkileyebilecek örgü bilmiyorum,” dedi Egwene. “Çok doğal geliyor. Git bak bakalım, bunu nasıl yaptığını öğrenebilecek misin. Belki Asha’man Muhafızları olan Aes Sedailerden biri gerçeği söyler.”

Gawyn başını salladı ve yanından ayrıldı.

Rand, peşinde havada süzülen büyük bohçayla yürümeye devam etti. Arkasında siyahlı Asha’manlar ve Aiellerden oluşan bir şeref muhafızı grubu vardı. Aieller düzenli sıralar halinde yürüme fikrine burun kıvırdığından araziye yayılmış, karınca sürüsü gibi geliyorlardı. Rand’ı takip eden askerler bile Aiellerden uzak duruyordu. Pek çok eski askere göre böyle bir kahverengi-sarı dalga, ölüm demekti.

Rand sakin sakin, amaçlı bir tavırla yürüyordu. Hava akışlarıyla taşıdığı kumaş bohça önünde çözülmeye başladı. Rand’ın önünde çadır bezinden geniş parçalar açıldı, kuyrukları rüzgarda dalgalanarak iç içe geçti. İçlerinden tahta direkler ve metal kazıklar düştü ve Rand onları da görünmez Hava iplikleriyle yakalayarak çevirdi.

Adımlarını hiç yavaşlatmadı. Bezler önünde derinliklerden çıkan balıklar gibi savrulurken, kumaş, tahta ve demir kargaşasına bakmadı bile. Yerden küçük toprak kesekleri fışkırdı. Bazı askerler ürkerek yerlerinden sıçradı.

Tam bir gösteri adamı oldu, diye düşündü Egwene direkler döner, açılan deliklere girerken. Çadır bezleri direklere dolandı ve bağlandı. Birkaç saniye içinde dev bir kameriye kurulmuştu. Bir ucunda Ejder bayrağı, diğerinde kadim Aes Sedai bayrağı dalgalanıyordu.

Rand kameriyeye geldiğinde de duraksamadı. Kumaşlar onun için aralandı. “Her biriniz beşer kişi getirebilirsiniz,” diye bildirdi içeri girerken.

“Silviana,” dedi Egwene, “Saerin, Romanda, Lelaine. Gawyn döndüğü zaman beşinci olacak.”

Arkadaki Temsilciler kararına sessizlik içinde razı oldular. Güvenlik için Muhafızını, destek için Vakanüvis’ini almasına itiraz edemezlerdi. Seçtiği diğer üç kişi de Kule’den en etkili kadınlar olarak görülüyorlardı. Dört Aes Sedai’nin içinde Salidar’dan iki, Beyaz Kule’ye sadık kalan gruptan iki kişi vardı.

Diğer hükümdarlar Egwene’in önden girmesini beklediler. Bu yüzleşmenin, özünde, Rand ile Egwene arasında olduğunu biliyorlardı. Daha doğrusu, Ejder’le Amyrlin Makamı arasında.

Kameriyede sandalye yoktu, ama Rand köşelere saidinden ışık küreleri asmıştı. Asha’manlardan biri ortaya küçük bir masa bıraktı. Egwene çabucak saydı. On üç ışık küresi.

Rand, kolları arkasında, âdet edindiği üzere bir eliyle diğer önkolunu tutarak karşısında duruyordu. Min yanındaydı ve elini onun koluna koymuştu.

“Anne,” dedi Rand, başını sallayarak.

Demek saygı gösterisinde bulunacaktı, öyle mi? Egwene de başını sallayarak karşılık verdi. “Lord Ejder.”

Diğer hükümdarlar ve eşlikçileri kameriyeye doluştu. Çoğu çekinerek hareket ediyordu. Ama Elayne azametle girdi ve Rand ona sıcak bir gülümseme bahşedince yüzündeki hüzün yok oldu. Yün kafalı kadın hâlâ Rand’dan etkileniyordu ve herkesi zorbalıkla buraya getirme tarzından pek memnun olmuş görünüyordu. Elayne, Rand’ın başarısıyla gurur duyuyordu.

Sen de bir parça gurur duymuyor musun peki? diye sordu Egwene kendi kendine. Eskiden basit bir köylü olan, evlenmene ramak kalan Rand al’Thor, şimdi dünyanın en güçlü adamı. Yaptığı işlerle gurur duymuyor musun?

Belki birazcık.

Sınırboylular, Shienar Kralı Easar’ın önderliğinde girdiler ve hiç de çekingen bir halleri yoktu. Domanlıların başında, Egwene’in tanımadığı yaşlı bir adam vardı.

“Alsalam,” diye fısıldadı Silviana şaşkın bir sesle. “Geri dönmüş.”

Egwene kaşlarını çattı. Neden haber kaynakları ona Alsalam’ın geldiğini bildirmemişti? Işık. Rand, Beyaz Kule’nin onu gözaltına almaya çalıştığını biliyor muydu? Egwene bu gerçeği daha birkaç gün önce, Elaida’nın kâğıtlarını karıştırırken öğrenmişti.

Cadsuane de girdi ve Rand izin verircesine, ona bakarak başını salladı. Cadsuane yanında beş kişi getirmemişti, ama Rand onu Egwene’in beş kişilik grubuna saymayı da gerekli görmedi. Bu Egwene’e can sıkıcı bir yenilik gibi geldi. Perrin karısıyla geldi ve kenarda durdular. Perrin kütüğe benzeyen kollarını kavuşturdu. Yeni çekici, kemerinden sarkıyordu. Perrin’i okumak Rand’ı okumaktan çok daha kolaydı. Perrin endişeliydi, ama Rand’a güveniyordu. Nynaeve de öyle, kavrulası. O da Perrin ve Faile’in yanında yerini aldı.

Aiel klan şefleri ve Bilgeler büyük bir kalabalık halinde geldiler – Rand’ın beş kişi getirme kuralı muhtemelen her klan şefinin beşer kişi getirmesi anlamına geliyordu. Sorilea ve Amys dahil, bazı Bilgeler Egwene’in tarafına geçtiler.

Işık onları kutsasın, diye düşündü Egwene, nefesini tutarak. Rand kadınlara göz attı ve Egwene onun dudaklarının gerildiğini gördü. Son adamına ve kadınına kadar tüm Aiellerin onu desteklememesine şaşırmıştı.

Kameriyeye en son giren, Murandy Kralı Roedran oldu ve o sırada Egwene ilginç bir şey fark etti Rand’ın pek çok Asha’manı –Narishma, Flinn, Naeff– Roedran’ın arkasına geçmişti. Rand’ın yanında kalan diğerleri, yakınından kurt geçen kediler kadar tetikte görünüyordu.

Rand kısa boylu, şişman adama yaklaştı ve gözlerinin içine baktı. Roedran bir an kekeledi, sonra mendille alnını sildi. Rand bakmaya devam etti.

“Nedir bu?” diye sordu Roedran. “Sen Yenidendoğan Ejder’mişsin, öyle diyorlar. Ben olsam sana izin vermez…”

“Dur,” dedi Rand, bir parmağını kaldırarak.

Roedran hemen sustu.

“Işık beni yaksın,” dedi Rand. “Sen osun, değil mi?”

“Kim?” diye sordu Roedran.

Rand sırtını döndü ve Narishma ve diğerlerine yerlerinde kalmalarını işaret etti. Gönülsüzce denileni yaptılar. “Bir anlığına düşündüm ki…” dedi Rand, başını iki yana sallayarak. “Neredesin?”

“Kim?” diye sordu Roedran yüksek sesle, ciyaklarcasına.

Rand onu duymazdan geldi. Herkes içeri girdikten sonra, kameriyenin örtüleri sonunda durdu. “Evet,” dedi Rand. “Hepimiz buradayız. Geldiğiniz için teşekkür ederim.”

“Başka seçeneğimiz olduğu söylenemez,” diye homurdandı Gregorin. Beş kişilik eşlikçi grubuna ilaveten, Dokuzlar Konseyi’ne üye bir avuç da Illian asili getirmişti. “Seninle Beyaz Kule arasında sıkışıp kaldık. Işık kavursun bizi.”

“Kandor’un düştüğünü ve Caemlyn’in Gölge’nin eline geçtiğini öğrenmişsinizdir,” diye devam etti Rand. “Malkier’den geriye kalanlar Tarwin Geçidi’nde saldırı altında. Son yaklaşıyor.”

“O zaman neden burada duruyoruz Rand al’Thor?” diye sordu Arafel Kralı Paiter. Yaşlı adamın kafasında ince bir kır saç şeridi kalmıştı, ama hâlâ geniş omuzlu ve ürkütücüydü. “Bu poz kesmelere bir son verelim ve işimize bakalım adam! Verilecek bir savaşımız var.”

“Savaşacağına dair söz veriyorum Paitar,” dedi Rand usulca. “Midenin kaldırabileceğinden fazla savaş. Üç bin sene önce Karanlık Varlık’ın güçleriyle savaşta yüz yüze geldim. Efsaneler Çagı’nın harikalarına sahiptik, başınızı döndürecek şeyler yapabilen Aes Sedailer, insanları uçuran ve her tür saldırıdan koruyan ter’angrealler. Zar zor kazanabildik. Bunu düşündünüz mü? Karşısına çıkacağımız Gölge’nin gücü hemen hemen hiç değişmedi, Terkedilmişler hiç yaşlanmadı. Ama biz aynı insanlar değiliz, yakın bile değiliz.”

Çadır sessizleşti. Çadır bezleri esintiyle dalgalanıyordu.

“Ne diyorsun Rand al’Thor?” dedi Egwene, kollarını kavuşturarak. “Sonumuzun geldiğini mi?”

“Plan yapmamız gerektiğini söylüyorum,” dedi Rand, “ve birlik içinde saldırmamız gerektiğini. Son seferinde yeterince başarılı olmadığımızı ve bunun neredeyse galibiyetimize mal olacağını söylüyorum. Her birimiz bu işin nasıl yapılması gerektiğini en iyi kendimizin bildiğini düşünüyorduk.” Egwene’in gözlerine baktı. “O günlerde her adam, her kadın kendini savaş meydanının önderi sayıyordu. Generallerden oluşmuş bir ordu. İşte bu yüzden neredeyse kaybediyorduk. Bu yüzden leke, Kırılış ve delilik geldi. Ben de herkes kadar suçluydum. Belki herkesten daha fazla.

“Bunun bir daha olmasına izin vermeyeceğim. Bu dünyayı, ikinci defa kırılsın diye kurtarmayacağım! Son Trolloc da öldükten sonra birbirine düşsünler diye bu insanlığın ulusları hatırına ölmeyeceğim. Bunu planlıyorsunuz. Işık yaksın beni, bunu planladığınızı biliyorum!”

Gregorin ile Darlin’in birbirlerine fırlattıkları bakışları yada Roedran’ın Elayne’i nasıl bir kıskançlıkla izlediğini gözden kaçırmak kolaydı. Bu çatışmada hangi uluslar yıkılırdı ve hangileri –sırf iyilik için– komşularına yardım etmek amacıyla müdahale ederdi? O iyilik ne kadar zamanda hırsa ve bir başka tahta el koyma fırsatına dönüşürdü?

Buradaki hükümdarların çoğu iyi insanlardı. Onca güce sahip olup daha fazlasını arzulamamak için iyi bir insandan daha fazlası olmak gerekirdi. Elayne bile fırsat bulduğunda bir başka ülkeye el koymuştu. Bunu yine yapardı. Bu hükümdarların, ulusların doğasında vardı. Elayne’in durumunda, doğru olan bu gibi görünmüştü, çünkü onun hükümdarlığı Cairhien için önceki durumdan daha iyiydi.

Kaç kişi aynı şeyi varsayardı? Kendilerinin, elbette, bir başka diyarda daha iyi hüküm süreceğini ya da düzen sağlayabileceğini?

“Kimse savaş istemiyor,” dedi Egwene, kalabalığın dikkatini kendi üzerine çekerek. “Bununla birlikte, burada yapmaya çalıştığın şeyin senin görevini aştığını düşünüyorum Rand al’Thor. İnsan doğasını değiştiremezsin ve dünyayı kendi isteklerine göre hizaya getiremezsin. Bırak insanlar kendi hayatlarını yaşasınlar ve kendi yollarını seçsinler.”

“Bırakmam Egwene,” dedi Rand. Tıpkı Aielleri kendi ülküsüne bağlamaya çalıştığı günlerde olduğu gibi, gözlerinde bir ateş vardı. Evet, o duygu Rand’a çok uygundu – insanların dünyayı kendi gördüğünü sandığı berraklıkla görmemesinden kaynaklanan bir hayal kırıklığı ve kızgınlık.

“Başka ne yapabilirsin, bilemiyorum,” dedi Egwene. “Hepimize hükmedecek bir imparator mu atayacaksın? Gerçek bir tiran mı olacaksın Rand al’Thor?”

Rand ters bir yanıt vermedi. Elini yana kaldırdı ve Asha’manlardan biri rulo haline getirilmiş bir kâğıt verdi. Rand kâğıdı aldı ve masaya bıraktı. Güç kullanarak açtı ve düz tuttu.

Aşırı büyük belge küçük, sıkışık bir yazıyla kaplıydı. “Buna Ejder Barışı adını verdim,” dedi Rand yumuşak bir sesle. “Sizden isteyeceğim üç şeyden biri. Hayatım karşılığında ödeyeceğiniz bedel.”

“Görelim bakalım.” Elayne kâğıda uzandı ve Rand ona izin verdi. Elayne şaşkına dönmüş hükümdarlardan önce kâğıdı masadan kapmayı başardı.

“Uluslarınızın sınırlarını şimdiki halinde sabitliyor,” dedi Rand, kollarını yine arkasına götürerek. “Herhangi bir ülkenin bir başka ülkeye saldırmasını yasaklıyor ve her başkentte büyük bir okul açılmasını şart koşuyor – tüm masrafları karşılanan ve kapıları öğrenmek isteyen herkese açık birer okul.”

“Bundan daha fazlasını yapıyor,” dedi Elayne, bir parmağını belgede dolaştırarak okurken. “Bir başka ülkeye saldırırsan ya da küçük bir silahlı sınır çatışmasına girersen, dünyanın diğer ulusları saldırıya uğrayan ülkeyi koruma yükümlülüğü altında. Işık! Ekonomilerin zarara uğramaması için dış ticaret vergisi sınırlamaları, iki hükümdar soyu açıkça ayrılmadığı sürece ulusların hükümdarlarının evlenmesinin yasaklanması, çatışma başlatan lordun topraklarının elinden alınması… Rand, bunu imzalamamızı gerçekten bekliyor musun?”

“Evet.”

Diğer hükümdarlar çok öfkelendi, ama Egwene sakin kaldı ve diğer Aes Sedailere birkaç bakış fırlattı. Aes Sedailer endişeli görünüyorlardı. Olmaları da gerekirdi – bu Rand’ın istediği ‘bedelin’ yalnızca bir parçasıydı.

Hükümdarlar, belgeyi görmek isteyerek mırıldandılar, ama diğerlerini omuzlayıp Elayne’in arkasından bakmak istemediler. Neyse ki Rand ileri görüşlüydü. Belgenin daha küçük versiyonları dağıtıldı.

“Ama bazen çatışma için çok iyi sebepler vardır!” dedi Darlin, elindeki belgeye bakarak. “Seninle saldırgan komşun arasında tampon bölge oluşturmak gibi.”

“Ya ülkemizin vatandaşlarından bazıları sınırın ötesinde yaşıyorsa?” diye ekledi Gregorin. “Onlar zulme uğrarsa müdahale edip onları korumamız gerekmez mi? Ya da Seanchanlar gibi biri ülkemizin onlara ait olduğunu iddia ederse? Savaşı yasaklamak saçma!”

“Katılıyorum,” dedi Darlin. “Lord Ejder, bize ait toprakları savunma yetkimiz olmalı!”

“Ben,” dedi Egwene, araya girerek, “Rand’ın diğer iki talebini işitmekle daha çok ilgileniyorum.”

“Bir tanesini biliyorsun,” dedi Rand.

“Mühürler,” dedi Egwene.

“Bu belgeyi imzalamanın Beyaz Kule için bir anlamı yok,” dedi Rand, yorumu duymazdan gelerek. “Tüm Aes Sedaileri başkalarını etkilemekten alıkoyamam; bu aptallık olurdu.”

“Zaten aptallık,” dedi Elayne.

Elayne artık onunla o kadar da gurur duymuyor, diye düşündü Egwene.

“Ve oynanacak siyasi oyunlar olduğu sürece,” diye devam etti Rand, Egwene’e hitaben, “Aes Sedailer o oyunların ustası olacak. Aslında bu belge sizin çıkarınıza. Beyaz Kule her zaman savaşın dar görüşlülük olduğuna inanmıştır. Sizden başka bir şey istiyorum. Mühürleri.”

“Ben onların Gözetmeniyim.”

“Yalnızca ismen. Mühürler daha yeni keşfedildi ve onlar bende. Sırf geleneksel unvanına saygımdan mühürler konusunda ilk önce sana başvurdum.”

“Baş mı vurdun? Herhangi bir şey sormadın,” dedi Egwene. “Talepte bile bulunmadın. Bana geldin, ne yapacağını söyledin ve sırtını dönüp gittin.”

“Mühürler bende,” diye tekrarladı Rand. “Ve onları kıracağım. Dünyayı korumakla arama hiçbir şeyin girmesine izin vermeyeceğim, senin bile.”

Çevrelerinde belge hakkındaki tartışmalar sürüyordu. Hükümdarlar sırdaşları ve komşularıyla fısıldaşmaktaydı. Egwene öne çıktı ve küçük masanın üzerinden Rand ile yüzleşti. Diğerleri şimdilik onları görmezden geliyordu. “Ben seni durdurursam onları kıramazsın Rand.”

“Neden beni durdurmak isteyesin Egwene? Bana bunun neden kötü bir fikir olduğunu açıklayan tek bir sebep sun.”

“Karanlık Varlık’ın dünya üzerinde serbest kalmasına yol açacağı dışında tek bir sebep mi?”

“Güç Savaşı sırasında serbest değildi,” dedi Rand. “Dünyaya dokunabiliyordu, ama Delik’in açılması onu serbest bırakmadı. Hemen değil.”

“Onun dünyaya dokunmasına izin verilmesinin bedeli ne oldu peki? Şimdi bedel ne olacak? Korku, dehşet ve yıkım. Dünyaya neler olduğunu biliyorsun. Ölüler yürüyor, Desen çarpılıyor. Mühürler yalnızca zayıfladığında olanlar bunlar! Işık bilir onları gerçekten kırarsak ne olur?”

“Bu göze alınması gereken bir risk.”

“Sana katılmıyorum. Rand, onu mühürlerinden salıvermenin ne yapacağını bilmiyorsun – onun kaçmasına izin verip vermeyeceğini bilmiyorsun. Delik en son mühürlendiğinde kaçmaya ne kadar yaklaştığını bilmiyorsun. O mühürleri kırmak dünyayı yok edebilir! Ya bu sefer tek umudumuz onun tamamen özgür olmaması ve sınırlanmış olmasıysa?” “İşe yaramaz Egwene.”

“Bunu bilemezsin. Nasıl bilebilirsin?”

Rand duraksadı. “Hayatta çok şey belirsizdir.”

“Demek ki bilmiyorsun,” dedi Egwene. “Eh, ben izliyor, okuyor ve dinliyordum. Bu konuda çalışmış, düşünmüş insanların eserlerini okudun mu?”

“Aes Sedai spekülasyonları.”

“Elimizdeki tek bilgi bu Rand! Karanlık Varlık’ın zindanını açarsan her şeyi kaybederiz. Daha dikkatli olmak zorundayız. Amyrlin Makamı’nın varlık amacı bu. Beyaz Kule kısmen bu yüzden kuruldu!”

Rand duraksadı. Işık, düşünüyordu. Egwene onu etkilemeyi başarmış olabilir miydi?

“Bundan hoşlanmıyorum Egwene,” dedi Rand usulca. “Onun karşısına çıkarsam ve mühürler kırılmamış olursa, tek seçeneğim bir başka kusurlu çözüm bulmak. Son seferkinden de kötü bir yama – çünkü eski, zayıflamış mühürler oradayken, derin çatlakların üzerine yeni alçı sıvıyor olacağım. Bu sefer mühürlerin ne kadar dayanacağını kim bilebilir? Birkaç yüzyıl sonra aynı savaşı tekrar vermek zorunda kalabiliriz.”

“Bu o kadar kötü mü?” dedi Egwene. “En azından emin bir yol. Son seferinde Delik’i mühürledin. Nasıl yapacağını biliyorsun.”

“Leke geri dönebilir.”

“Bu sefer ona hazırız. Hayır, ideal olmaz. Ama Rand… gerçekten bu riske girmeyi istiyor musun? Bütün canlıların kaderini tehlikeye atmak istiyor musun? Neden basit yolu, bilinen yolu seçmiyorsun? Mühürleri yine onar. Zindanı kuvvetlendir.”

“Hayır Egwene.” Rand geriledi. “Işık! Amacın bu mu? Saidinin yine lekelenmesini istiyorsun. Siz Aes Sedailer… yönlendiren ve yetkenizi zayıflatan erkekler fikri sizi korkutuyor! ”

“Rand al’Thor, bu kadar aptal olmaya cüret bile etme.”

Rand onunla göz göze geldi. Dünyanın kaderinin bu tartışmaya bağlı olmasına rağmen hükümdarlar onlara dikkat etmiyordu. Rand’ın belgesini inceliyor, kızgınlık içinde homurdanıyorlardı. Belki de belgenin amacı buydu, onların dikkatini dağıtmak ve sonra asıl darbeyi indirmek.

Yavaş yavaş, Rand’ın yüzündeki öfke eriyip gitti. Rand elini kafasına kaldırdı. “Işık, Egwene. Hâlâ başarıyorsun. Hiç sahip olmadığım ablam gibi davranıyorsun. Kafamı karmakarışık ediyorsun, seni sevmeme rağmen sana kızıp bağırmama sebep oluyorsun.”

“En azından tutarlıyım,” dedi Egwene. Şimdi masanın üzerinden birbirlerine doğru eğilerek, çok alçak sesle konuşuyorlardı. Kenarda, Perrin ve Nynaeve muhtemelen kulak misafiri olacak kadar yakındı ve Min de onlara katılmıştı. Gawyn geri dönmüştü, ama mesafesini koruyordu. Cadsuane odada dolaşarak başka yerlere bakıyordu – ama bunu fazla göstere göstere yapıyordu. O da onları dinliyordu.

“Lekeyi geri getirmek gibi aptalca bir umutla girmedim bu tartışmaya,” dedi Egwene. “Bu kadar düşmeyeceğimi biliyorsun. Amacım insanlığı kurtarmak. Küçük bir şans için her şeyi tehlikeye atacağına inanamıyorum.”

“Küçük bir şans mı?” dedi Rand. “Yeni bir Efsaneler Çağı kurmak yerine karanlığa boğulmaktan bahsediyorum. Barış kurabiliriz, acıya son verebiliriz. Ya da yeni bir Kırılış’a gidebiliriz. Işık, Egwene. Mühürleri onarıp onaramayacağım da, yeni mühürleri yapıp yapamayacağım kadar belirsiz. Karanlık Varlık böyle bir plana hazırlıklı olmalı.”

“Senin başka planın mı var?”

“Söyledim ya. Eski, kusurlu mühürleri kıracağım ve onları yeni bir şekilde yapacağım.”

“Başarısızlığının bedeli dünyanın kendisi Rand.” Egwene bir an düşündü. “Daha fazlası var. Bana söylemediğin ne?”

Rand duraksadı ve Egwene bir anlığına, Mat’le birlikte Cauthon Hanım’ın turtalarından lokmalar çalan çocuğu gördü karşısında. “Onu öldüreceğim Egwene.”

“Kimi? Moridin’i mi?”

“Karanlık Varlık’ı.”

Egwene şokla geriledi. “Pardon? Sen ne…?”

“Onu öldüreceğim,” dedi Rand tutkuyla, ona doğru eğilerek. “Karanlık Varlık’a son vereceğim. O burada olduğu, sinsi işler çevirdiği sürece asla gerçek huzuru bulamayacağız. Zindanı açacağım, içine gireceğim ve onunla yüzleşeceğim. Gerekirse yeni bir zindan yapacağım, ama ilk önce bütün bunlara son vermeye çalışacağım. Desen’i, Çark’ı sonsuza dek koruma altına alacağım.”

“Işık, Rand, sen delisin!”

“Evet. Ödediğim bedelin parçası. Neyse ki. Ancak aklını kaçırmış bir adam bunu yapmaya cüret edebilir.”

“Seninle savaşırım Rand,” diye fısıldadı Egwene. “Hepimizi birden bu işin içine çekmene izin vermeyeceğim. Sağduyuya kulak ver. Burada sana Beyaz Kule rehberlik ediyor olmalı.”

“Beyaz Kule’nin rehberliğini tecrübe ettim Egwene,” diye yanıt verdi Rand. “Bir kutunun içinde, her gün dayak yiyerek.”

İkisi masanın üzerinden göz göze geldi. Yakında, diğer tartışmalar sürüyordu.

“Bunu imzalamaya itirazım yok,” dedi Tenobia. “Bana düzgün görünüyor.”

“Hah!” diye hırladı Gregorin. “Siz Sınırboylular güney siyasetiyle hiç ilgilenmezsiniz. İmzalayacaksın, öyle mi? Eh, aferin sana. Ama ben ülkemi duvara zincirlemeyeceğim.”

“İlginç,” dedi Easar. Sakin adam, bembeyaz tepe tutamını savurarak başını iki yana salladı. “Anladığım kadarıyla o senin ülken değil Gregorin. Lord Ejder’in öleceğini ve Mattin Stepaneos’un tahtını geri istemeyeceğini varsayıyorsan başka tabii. Mattin Stepaneos Defne Tacı’nın Lord Ejder’in takmasına razı olmuş olabilir, ama senin takmana göz yumacağından o kadar emin değilim.”

“Bütün bunlar anlamsız değil mi?” diye sordu Alliandre. “Artık bizi asıl endişelendirmesi gereken Seanchanlar değil mi? Onlar burada olduğu sürece barış asla kurulamaz.”

“Evet,” dedi Gregorin. “Seanchanlar ve o lanet Beyazcüppeler.”

“Biz imzalayacağız,” dedi Galad. Bir şekilde Işığın Çocukları’nın Lord Kumandan’ı belgenin orijinalini ele geçirmeyi başarmıştı. Egwene ona bakmadı. Galad’ı seyre dalmamak zordu. Egwene Galad’a değil, Gawyn’e âşıktı, ama… eh… adama bakıp kalmamak zordu.

“Mayene de imzalayacak,” dedi Berelain. “Ben Lord Ejder’in iradesini son derece adil buldum.”

“Elbette sen imzalarsın,” diye burnunu çekti Darlin. “Lord Ejder, bu belge bazı ulusların çıkarını diğerlerinden daha fazla koruyormuş gibi görünüyor.”

“Ben üçüncü talebini işitmek istiyorum,” dedi Roedran. “Mühür bahsi beni hiç ilgilendirmiyor; o Aes Sedai işi. Lord Ejder üç talep olduğunu söyledi ve şimdiye dek yalnızca iki tanesini duyduk.”

Rand tek kaşını kaldırdı. “Üçüncü ve son bedel –Shayol Ghul yamaçlarında canımı vermem karşılığında bana ödeyeceğiniz son şey– şu: Son Savaş ta ordularınıza ben kumanda edeceğim. Mutlak hakimiyetle. Ben ne dersem onu yapacak, nereye gönderirsem oraya gidecek, nerede savaşmanızı söylersem orada savaşacaksınız.”

Bu daha büyük bir tartışma patlamasına yol açtı. Üç talep arasında en kolayı olduğu açıktı, ama Egwene’in önceden düşündüğü sebeplerden dolayı imkansızdı.

Hükümdarlar buna, egemenliklerine bir saldırı gibi tepki verdiler. Gregorin şamatanın üzerinden dik dik Rand’a baktı ve saygılı görünüşünü zar zor korudu. Komikti; aralarında en az yetke sahibi oydu. Darlin başını iki yana salladı ve Elayne’in beti benzi attı.

Çoğunu Sınırboyluların oluşturduğu Rand’ın tarafındakiler onlara karşılık verdi. Çaresizler, diye düşündü Egwene. Ülkeleri işgal ediliyor. Muhtemelen kumanda Ejder’de olursa, onun hemen Sınırboylarını savunma emri vereceğini düşünüyorlardı. Darlin ve Gregorin bunu asla kabul etmezdi. Seanchanlar enselerindeyken değil.

Işık, ne karmaşa.

Egwene, Rand’ı sinirlendireceğini umarak tartışmaları dinledi. Eskiden olsa Rand böyle şeylere kızardı. Şimdi, kollarını arkasında birleştirmiş, durup izliyordu. Yüzü dingindi, ama Egwene bunun bir maske olduğundan gittikçe daha emin oluyordu. O maskenin ardında öfke emareleri görmüştü. Rand artık kendine daha hakimdi, ama duygusuz da değildi.

Egwene gülümserken buldu kendini. Aes Sedailerden bu kadar şikayet etmesine rağmen, onlar tarafından kontrol edilmeyeceği ısrarına rağmen, Rand Aes Sedai alışkanlıklarını gittikçe daha fazla sahipleniyordu. Egwene konuşmaya ve kontrolü ele almaya hazırlandı, ama çadırda bir şey değişmişti. Havada bir… his vardı. Gözleri Rand’a döndü. Dışarıdan sesler geliyordu, çıkartamadığı sesler. Hafif bir çıtırtı mıydı o? Rand ne yapıyordu?

Tartışmalar solup gitti. Hükümdarlar teker teker Rand’a döndü. Dışarıdaki günışıgı soldu ve Egwene, Rand’ın yaptığı o ışık küreleri için şükretti.

“Size ihtiyacım var,” dedi Rand onlara usulca. “Dünyanın size ihtiyacı var. Tartışıyorsunuz; tartışacağınızı biliyordum, ama artık tartışmaya zamanımız yok. Bunu bilin. Beni planlarımdan vazgeçiremezsiniz. Size itaat etmeye zorlayamazsınız. Ne silah gücü, ne Tek Güç örgüsü beni sizin adınıza Karanlık Varlık’la yüzleşmeye zorlayabilir. Bunu kendi seçimimle yapmalıyım.”

“Gerçekten de bunun için dünyayı bir kenara atar mısınız Lord Ejder?” diye sordu Berelain.

Egwene gülümsedi. Hafifetek aniden seçtiği taraftan kuşku etmeye başlamıştı.

“Bunu yapmak zorunda kalmayacağım,” dedi Rand. “İmzalayacaksınız. İmzalamamak, ölüm demek.”

“Zorbalık bu,” diye terslendi Darlin.

“Hayır,” dedi Rand, Deniz Halkı’na dönüp gülümseyerek. Perrin’in yanında duran Deniz Halkı temsilcileri hiçbir şey söylememişti. Yalnızca belgeyi okumuş ve hiç etkilenmemişler gibi, kendi aralarında başlarını sallamışlardı. “Hayır Darlin. Bu zorbalık değil… bir anlaşma. Bende sizin istediğiniz, ihtiyaç duyduğunuz bir şey var. Ben. Kanım. Ben öleceğim. Bunu hepimiz en baştan biliyorduk; Kehanetler bunu gerektiriyor. Eğer benden bunu istiyorsanız, son seferde dünyaya getirdiğim yıkım mirasını dengeleyecek bir barış mirası karşılığında satanın size.”

Toplananlar üzerinde göz gezdirdi ve her biriyle teker teker göz teması kurdu. Egwene onun kararlılığını, adeta fiziksel bir şeymiş gibi hissetti. Belki de ta’veren dogasıydı, ya da belki yalnızca bu anın ağırlığı. Kameriyenin içinde basınç yükseldi, nefes almak güçleşti.

Başarıyor, diye düşündü Egwene. Yakınacaklar, ama iradesine uyacaklar.

“Hayır,” dedi Egwene yüksek bir sesle, oluşan ortamı bozmak için. “Hayır Rand al’Thor, belgeni imzalamaya, bu savaşın kontrolünü yalnızca sana vermeye zorlayamayacaksın bizi. Sana karşı çıkarsak dünyayı –babanı, arkadaşlarını, seni seven herkesi, tüm insanlığı– Trolloclar tarafından katledilmeye bırakacağına inandığımı düşünüyorsan tam bir aptalsın demektir.”

Rand’la göz göze geldi ve aniden kuşkuya kapıldı. Işık, gerçekten reddetmezdi, değil mi? Gerçekten de dünyayı feda eder miydi?

“Lord Ejder’e aptal demeye mi cüret ediyorsun?” diye sordu Narishma.

“Amyrlin’le bu şekilde konuşamazsın,” dedi Silviana, Egwene’in yanına yaklaşarak.

Daha da şiddetli tartışmalar başladı. Rand, Egwene’in gözlerine bakmaya devam etti ve Egwene onun yüzünün öfkeden kızarmaya başladığını gördü. Bağırışlar yükseldi ve gerilim arttı. Huzursuzluk. Öfke. Eski nefretler dehşetten güç alarak yeniden alevlendi.

Rand elini bugünlerde kuşandığı, kınında ejderler olan kılıca koydu ve diğer kolunu arkasına doğru büktü.

“İstediğim bedeli alacağım Egwene,” diye homurdandı.

“Dilediğin talepte bulun Rand. Sen Yaratıcı değilsin. Son Savaş’a bu aptallıkla girersen hepimiz ölürüz zaten. Seninle savaşırsam, belki fikrini değiştirebilirim. ”

“Beyaz Kule öteden beri gırtlağıma dayanmış bir mızrak,” diye terslendi Rand. “Öteden beri Egwene. Ve şimdi sen de gerçekten onlardan biri oldun.”

Egwene onun bakışlarına karşılık verdi. Ama içten içe kuşkusu büyüyordu. Ya pazarlıklar başarısız olursa? Gerçekten de askerlerini Rand’ın üzerine sürecek miydi?

Bir uçurumun tepesinde ayağı taşa takılmış ve düşmek üzereymiş gibi hissediyordu. Bunu durdurmanın, durumu kurtarmanın bir yolu olmalıydı!

Rand sırtını dönecek oldu. Kameriyeden çıkarsa, her şeyin sonu olurdu.

“Rand!” dedi Egwene.

Rand yerinde dondu. “Fikrimi değiştirmeyeceğim Egwene.”

“Bunu yapma,” dedi Egwene. “Her şeyi bir kenara fırlatıp atma.”

“Başka çare yok.”

“Evet, var! Tek yapman gereken bir sefer olsun böylesine Işık-körü, yün kafalı, inatçı bir aptal gibi davranmayı bırakmak!”

Egwene geriledi. Bütün bunlar başlamadan önce, Emond Meydanı’ndayken onunla konuştuğu gibi nasıl konuşabilmişti?

Rand bir an ona baktı. “Eh, sen de bir sefer olsun kendinden hiç kuşku etmeyen arsız şımarığın teki gibi davranmayı bırakabilirsin Egwene.” Kollarını havaya fırlattı. “Kan ve küller! Bu yalnızca bir zaman kaybı.”

Söylediği hemen hemen doğruydu. Egwene kameriyeye yeni birinin girdiğini fark etmemişti. Ama Rand fark etti. Örtüler aralanır ve içeri ışık sızarken Rand hızla döndü.

Kaşlarını çatarak toplantıyı bölen kişiye baktı.

Moiraine oradaydı.

Загрузка...