4 BİR BAĞIN AVANTAJLARI

“Ve böylece sonları bu oldu,” dedi Pevara, sırtını duvara verip oturarak.

Androl onun duygularını sezebiliyordu. Taim’in adamlarıyla savaştıkları depoda oturmuş, Emarin’i bekliyorlardı. Emarin Dobser’ı konuşturabileceğini iddia etmişti. Androl’ün sorgulama konusunda fazla yeteneği yoktu. Tahıl kokusu yerini ekşi bir kokuya bırakmıştı. Bazen tahıl aniden bozuluyordu.

Pevara ailesinin eski dostları tarafından öldürülmesini anlattıktan sonra hem dıştan hem de içten sessizleşmişti.

“Onlardan hâlâ nefret ediyorum,” dedi. “Acı çekmeden ailemi düşünebiliyorum, ama Karanlıkdostları… onlardan nefret ediyorum. En azından intikamlarını biraz aldım. Karanlık Varlık onları kesinlikle korumadı. Onun kuracağı yeni dünyada bir yer edinme umuduyla, bütün hayatlarını onu takip ederek geçirdiler, ama Son Savaş ölümlerinden çok zaman sonra geldi. Şimdi yaşayanların da onlardan daha iyi durumda olacağını sanmıyorum. Biz Son Savaş’ı kazandığımızda, Karanlık Varlık onların ruhunu alacak. Umarım cezaları uzun sürer.”

“Kazanacağımızdan bu kadar emin misin?” diye sordu Androl.

“Elbette kazanacağız. Bu bir soru değil Androl. Bunu bir soruymuş gibi düşünmeyi göze alamayız.”

Androl başını salladı. “Haklısın. Devam et.”

“Söyleyecek başka şey yok. Bunca sene sonra bu hikâyeyi anlatmak tuhaf. Uzun süre ağzıma bile alamadım. ”

Oda sessizleşti. Dobser bağları içinde, duvara dönük, kulakları Pevara’nın örgüleriyle tıkanmış halde asılı duruyordu. Diğer ikisi hâlâ baygındı. Androl onlara sıkı vurmuştu ve yakın zamanda uyanmalarına izin vermeye de niyeti yoktu.

Pevara onlara kalkan koymuştu, ama adamlar serbest kalmak için çabalarken üç kalkanı birden yerinde tutamazdı. Aes Sedailer genellikle bir adamı tutmak için birden fazla Aes Sedai kullanırdı. Güçlü olsa da olmasa da, üç adam bir yönlendiren için imkansız olurdu. Pevara o kalkanları dügümleyebilirdi, ama Taim Asha’manlara düğümlenmiş bir kalkandan kurtulma egzersizleri yaptırıyordu.

Evet, diğer ikisinin uyanmayacağından emin olmak en iyisiydi. Boğazlarını kesmek işe yarayacak olsa da, Androl’de o mide yoktu. Bunun yerine, adamların gözkapaklarına dokunan minik bir Ruh ve Hava ipliği yolladı. Tek bir zayıf örgü kullanması gerekmişti, ama bütün gözkapaklarına dokunmayı başarmıştı. İçlerinden biri gözlerini aralarsa haberi olacaktı. Bu yeterli olmalıydı.

Pevara hâlâ ailesini düşünüyordu. Gerçeği söylemişti; Karanlıkdostlarından nefret ediyordu. Hepsinden. Bu kontrolsüz değil, ölçülü bir nefretti, ama yine de bunca sene sonra bile güçlüydü.

Androl bu kadar sık gülümseyen bir kadında böyle bir nefret olacağını tahmin edemezdi. Onun içindeki acıyı hissedebiliyordu. Ve tuhaf da olsa, yalnızlık duygusunu.

“Babam kendini öldürdü,” dedi Androl hiç planlamadan.

Pevara ona baktı.

“Annem seneler boyunca bu bir kazaymış gibi davrandı,” diye devam etti Androl. “Ormanda yaptı. Uçurumdan atladı. Önceki gece annemi oturtup ne yapacağını açıklamıştı.”

“Annen onu durdurmaya çalışmadı mı?” diye sordu Pevara hayretle.

“Hayır,” dedi AndroL “Annem ananın son kucaklayışına kavuşmadan birkaç sene önce ağzından bazı yanıtlar koparmayı başardım. Babamdan korkuyormuş. Bu beni şok etmişti; babam her zaman çok nazik bir insandı. O birkaç sene içinde ne değişmişti de annem ondan korkmaya başlamıştı?” Androl, Pevara’ya döndü. “Babamın gölgelerde bir şeyler gördüğünü söyledi. Delirmeye başladığını.”

“Ah…”

“Neden Kara Kule’ye geldiğimi sormuştun. Sınanmayı neden talep ettiğimi bilmek istemiştin. Büründüğüm bu kimlik benim için bir soruyu yanıtlıyor. Babamın kim olduğunu ve yaptığı şeyi neden yapma ihtiyacı hissettiğini açıklıyor.

“İşaretleri şimdi görebiliyorum. İşimiz çok iyi gidiyordu. Babam kimsenin bulamadığı taş ocaklarını ve metal damarlarını bulabiliyordu. İnsanlar değerli madenler bulması için onu tutuyordu. O en iyisiydi. Tekinsiz ölçüde iyi. Ben… onun durumunu görebiliyordum Pevara. Daha on yaşındaydım, ama hatırlıyorum. Gözlerindeki korkuyu. Artık o korkuyu biliyorum.” Duraksadı. “Babam ailesinin canını kurtarmak için atladı o uçurumdan.”

“Üzgünüm,” dedi Pevara.

“Benim kim olduğumu, onun kim olduğunu bilmenin faydası oluyor.”

Yine yağmur yağmaya başladı. Şişman damlalar cama çakıltaşı gibi çarpıyordu. Dükkanın kapısı açıldı ve sonunda Emarin başını içeri uzattı. Dobser’ı orada asılı görünce rahatlamış göründü. Sonra diğer ikisini fark etti ve irkildi. “Siz ikiniz ne yaptınız?”

“Yapılması gerekeni,” dedi Androl ayağa kalkarak. “Neden bu kadar geciktin?”

“Neredeyse Coteren’le yeni bir kavga başlatacaktım,” dedi Emarin, iki tutsak Asha’man’a bakmaya devam ederek. “Zamanımız kısa Androl. Bizi kışkırtmalarına izin vermedik, ama Coteren sinirlenmiş görünüyordu – her zamankinden daha fazla. Bize daha fazla tahammül edeceklerini sanmıyorum.”

“Eh, bu adamları tutsak aldıktan sonra çok fazla süremiz kalmış olamaz zaten,” dedi Pevara, Emarin’e yer açmak için Dobser’ı biraz öteye iteleyerek. “Sahiden de bu adamı konuşturabileceğine inanıyor musun? Daha önce de Karanlıkdostlarını sorgulamayı denedim. Çetin ceviz olabiliyorlar.”

“Ah,” dedi Emarin, “ama bu bir Karanlıkdostu değil. Bu yalnızca Dobser.

“Ben gerçekten o olduğunu düşünmüyorum,” dedi Androl, bağları içinde havada asılı duran adamı inceleyerek. “Bir insanın Karanlık Varlık’a hizmet etmeye zorlanabileceğini kabul edemem.”

Pevara’nın onunla aynı fikirde olmadığını hissedebiliyordu; kadın gerçekten de bu şekilde olduğunu düşünüyordu. Yönlendirebilen herkes Döndürülebilir, diye açıklamıştı. Eski metinler bundan bahsediyordu.

Ama fikir Androl’ün midesini bulandırıyordu. Bir insanı kötü olmaya zorlamak? Bu imkansız olmalıydı. Kader insanı oradan oraya sürükler, korkunç durumlara sokar, hayatına, hatta bazen aklına mal olurda Ama Karanlık Varlık’a ya da Işık’a hizmet etme seçimi… kuşkusuz bu konuda insanın seçim hakkı elinden alınamazdı.

Dobser’ın gözlerinin ardında gördüğü gölge Androl için yeterli kanıttı. Onun tanıdığı adam gitmişti, öldürülmüştü ve bedenine başka bir şey konmuştu – kötücül bir şey. Yeni bir ruh. Bu olmuş olmalıydı.

“O her ne ise,” dedi Pevara. “Ben yine de onu konuşmaya zorlayabileceğinden kuşkuluyum.”

“En iyi ikna yöntemi,” dedi Emarin, ellerini arkasında kavuşturarak, “zorlama içermeyendir. Pevara Sedai, kulaklarını tıkayan örgüleri salıverebilirsen. İşitebilmesini istiyorum. Ama birazcık sal; örgü düğümlenmiş ve çözülmeye başlamış gibi. Söylemek üzere olduğum şeylere kulak misafiri olsun.”

Pevara denileni yaptı. En azından Androl yaptığını varsaydı. Aralarında çifte bağ kurulmuş olması, birbirlerinin örgülerini görebilmeleri anlamına gelmiyordu. Ama Androl onun endişesini hissedebiliyordu. Pevara sorguladığı Karanlıkdostlarını düşünüyordu ve… bir şeye sahip olmayı diliyordu. Onlara karşı kullandığı bir araç mı?

“Mülklerimde saklanabileceğimizi düşünüyorum ben,” dedi Emarin kibirli bir sesle.

Androl gözlerini kırpıştırdı. Adam daha dik, daha gururlu duruyordu, daha… buyurgan. Sesi güçlü ve önemsemezdi. Göz açıp kapayana dek asil bir adama dönüşmüştü.

“Kimse bizi orada aramayı akıl edemez,” diye devam etti Emarin. “Sizi de ortak olarak kabul edeceğim. Daha düşük düzeyli olanlar –genç Evin gibileri– hizmetkar olarak hizmet edebilir bana. Eğer kartlarımızı doğru oynarsak, rakip bir Kara Kule kurabiliriz.”

“Ben… ben bunun ne kadar akıllıca olacağından emin değilim,” dedi Androl, oyuna katılarak.

“Sessiz ol,” dedi Emarin. “Gerektiğinde fikrini soranın. Aes Sedai, Beyaz Kule ve Kara Kule’yle boy ölçüşebilmemizin tek yolu, kadın ve erkek yönlendirenlerin birlikte çalışması. Buna… Gri Kule de diyebiliriz.”

“İlginç bir öneri.”

“Akla yatkın olan tek öneri,” dedi Emarin. Sonra tutsaklarına döndü. “Söylediklerimizi duyamıyor, değil mi?”

“Hayır,” dedi Pevara.

“O zaman salıver onu. Onunla konuşmak istiyorum.”

Pevara tereddütle denileni yaptı. Dobser yere indi ve düşmekten zor kurtuldu. Bir anlığına sallandı, sonra hemen kapıya baktı.

Emarin arkasına uzandı ve kemerinden bir şey çıkarıp yere attı. Küçük bir kese. Kese yere çarpınca şıngırdadı. “Dobser Efendi,” dedi Emarin.

“Bu nedir?” diye sordu Dobser, çekinerek çömelip keseyi alarak. İçine baktı ve gözleri kocaman oldu.

“Ödeme,” dedi Emarin.

Dobser gözlerini kıstı. “Ne için?”

“Beni yanlış anlıyorsun Dobser Efendi,” dedi Emarin. “Senden herhangi bir şey yapmanı istemiyorum. Bu bir özür ödemesi. Androl’ü buraya yardımını istemesi için yolladım ama o… aldığı talimatın sınırlarını aşmış gibi görünüyor. Ben yalnızca seninle konuşmak istemiştim. Seni Hava’yla bağlanmış, işkence çekerken görmeyi değil.”

Dobser kuşkuyla çevresine bakındı. “Bu kadar parayı nereden buldun Emarin? Emirler yağdırmaya başlayabileceğini düşünmenin sebebi ne? Sen yalnızca bir askersin…” Yine kesenin içine baktı.

“Görüyorum ki birbirimizi anlıyoruz,” dedi Emarin gülümseyerek. “O zaman benim için görüntüyü kurtaracaksın?”

“Ben…” Dobser kaşlarını çattı. Yerde baygın yatan Welyn ile Leems’e baktı.

“Evet,” dedi Emarin. “Bu sorun olacak, değil mi? Acaba Androl’ü Taim’e teslim etsek ve bunu suçunu ona atsak ne olur?”

“Androl mu?” dedi Dobser hıhlayarak. “Uşak mı? İki Asha’man’ı yenecek. Buna kimse inanmaz. Hiç kimse.”

“Haklısın Dobser Efendi,” dedi Emarin.

“Onlara Aes Sedai’yi ver,” dedi Dobser, parmağını Pevara’ya doğru bükerek.

“Heyhat, ona ihtiyacım var. Ne kargaşa. Hem de ne kargaşa.”

“Eh,” dedi Dobser, “belki senin adına M’Hael’le konuşabilirim. Bilirsin, işleri yoluna koymak için.”

“Bunu çok takdir ederdim,” dedi Emarin, duvarın dibinden bir sandalye alıp yerleştirerek. Sonra bir sandalye daha aldı. Oturdu ve Dobser’a da oturmasını işaret etti. “Androl, bir işe yara. Dobser Efendi ve benim için içecek bir şey bul. Çay. Şeker ister misin?”

“Hayır,” dedi Dobser. “Aslında, buralarda bir yerde şarap olduğunu duymuştum…”

“Şarap getir Androl,” dedi Emarin, parmaklarını şıklatarak.

Eh, diye düşündü Androl, rolümü oynasam iyi olacak. Dobser’a dik dik bakarak eğildi, sonra depodan kadeh ve şarap getirdi. Geri döndüğü zaman Dobser ile Emarin dostça sohbet ediyorlardı.

“Anlıyorum,” dedi Emarin. “Kara Kule’nin içinde doğru düzgün hizmetkar bulmakta o kadar güçlük çektim ki. Anlarsın, kimliğimi korumam çok önemli.”

“Bunu görebiliyorum Lordum,” dedi Dobser. “Aramızda bir Tear Yüksek Lordu bulunduğu öğrenilse, çizme yalayıcılardan geçilmez. Bunu söyleyebilirim size. M’Hael de, eh, bu kadar etkili birinin burada bulunmasından hoşlanmaz. Hem de hiç hoşlanmaz!”

“O zaman neden mesafemi korumam gerektiğini görebiliyorsundur,” diye açıkladı Emarin, elini uzatıp Androl’ün doldurduğu bir kadeh şarabı kabul ederek.

Tear Yüksek Lordu mu? diye düşündü Androl neşeyle. Dobser her şeyi sert içki gibi yutuyor gibiydi.

“Biz de aptal olduğunuz için Logain’e yaltakçılık ettiğinizi sanıyorduk!” dedi Dobser.

“Heyhat, ne hallere düştüm. Taim’in yanında çok fazla zaman geçirsem kim olduğumu hemen anlardı. Bu yüzden Logain’in tarafını seçmek zorunda kaldım. O ve Ejder denen adam, ikisi de çiftçi ve asil birini tanımazlar.”

“Söylemeliyim ki Lordum,” dedi Dobser, “ben kuşkulanmıştım.”

“Tam da düşündüğüm gibi,” dedi Emarin, şarabını yudumlayarak. “Zehirli olmadığını kanıtlamak için,” diye açıkladı, sonra kadehi Dobser’a uzattı.

“Sorun değil Lordum,” dedi Dobser. “Size güveniyorum.” Şarabı başına dikti. “Bir Yüksek Lorda güvenemeyeceksem, kime güvenebilirim, değil mi?”

“Kesinlikle,” dedi Emarin.

“Size şunu söyleyebilirim,” dedi Dobser, kadehini uzatıp, Androl’ün doldurması için sallayarak. “Taim’den uzak durmak için daha iyi bir yol bulmanız lazım. Logain’i takip etmek artık işe yaramaz.”

Emarin düşünceli düşünceli şarabını yudumladı. “Logain, Taim’in elinde. Anlıyorum. Böyle olacağını tahmin etmiştim zaten. Welyn ve diğerlerinin gelmesi yeterince açıklayıcıydı.”

“Evet,” dedi Dobser, Androl’e yine kadehini doldurtarak. “Ama Logain güçlü bir adam. Öyle bir adamı Döndürmek için çok çalışmak gerekiyor. İrade, bilirsiniz. Onu Döndürmek birkaç gün alır. Her neyse, Taim’e gidip ne peşinde olduğunuzu açıklasanız da olur. Anlayış gösterecektir. Döndürmek zorunda olmadığı adamların onun için daha faydalı olduğunu söyleyip duruyor zaten. Neden bilmiyorum. Ama Logain’i Döndürmek dışında seçeneği yok. Berbat bir işlem.” Dobser ürperdi.

“O zaman gidip onunla konuşacağım Dobser Efendi. Bana kefil olur musun? Bunun için… ödüllendiririm seni.”

“Elbette, elbette,” dedi Dobser. “Neden olmasın?” Şarabını başına dikti, sonra sallanarak ayağa kalktı. “Logain’i kontrol ediyor olmalı. Hep bu saatte yapıyor.”

“Nerededir o zaman?” dedi Emarin.

“Gizli odalarda,” dedi Dobser. “İnşa ettiğimiz temellerde. Doğu kısmını bilirsiniz. Yıkıldığı için fazladan kazı yapmamız gereken yer? Aslında yıkıntı falan yoktu, yalnızca yaptığımız fazladan çalışmayı saklamak için bir bahaneydi. Ve…” Dobser duraksadı.

“Bu yeterli,” dedi Pevara, adamı yine havayla bağlayıp kulaklarını tıkayarak. Kollarını kavuşturup Emarin’e baktı. “Etkilendim.”

Emarin alçakgönüllülükle ellerini açtı. “İnsanları rahat hissettirmek konusunda her zaman yetenekli olmuşumdur. Aslında rüşvet almayı kolaylıkla kabul edeceği için Dobser’ı seçmeyi önermiştim. Onun… eh, göze çarpmayan algısal ifade gücü için seçtim onu.”

“Birini Gölge’ye döndürmek onu daha az aptal kılmıyor,” dedi Androl. “Ama madem bunu yapabiliyordun, neden adama saldırdık?”

“Durumu kontrol altına alma meselesi Androl,” dedi Emarin. “Dobser gibi bir adamla kendi ortamında, kendinden daha akıllı arkadaşlarının yanında yüzleşmemeli. Onu korkutmalı, titretmeli, sonra durumdan sıyrılması için bir yol sunmalıydık.” Emarin, Dobser’a bakarak duraksadı. “Dahası, Taim’e gitmesi riskine girmek istemezdik. Ona şiddet tehdidi olmadan, gizlice yaklaşsaydım pekala yapabilirdi bunu.”

“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu Pevar.

“Şimdi,” dedi Androl, “onu Bel Tine’a kadar uyutacak bir şey içireceğiz. Nalaam, Canler, Evin ve Jonneth’i toparlayacağız. Taim’in Logain’i denetlemeyi bitirmesini bekleyeceğiz. Sonra gizli odalara girip Logain’i kurtaracağız ve Kule’yi Gölge’nin elinden alacağız.”

Bir an, tek bir titrek lambanın ışığıyla aydınlanan odada sessizlik içinde durdular. Yağmur pencereyi dövüyordu.

“Pekala,” dedi Pevara. “Zor bir iş önermediğin sürece olur Androl…”


Rand, uykuya daldığına şaşarak, gözlerini düşe açtı. Aviendha sonunda uyumasına izin vermişti. Aslında, muhtemelen kendisinin uyumasına da izin vermişti. Onun kadar yorgun görünüyordu. Belki daha fazla.

Rand ölü otlarla kaplı bir çimenlikte ayağa kalktı. Aviendha’nın endişesini yalnızca bağ aracılığıyla değil, ona sarılış şeklinden de sezebiliyordu. Aviendha bir savaşçıydı, ama bazen bir savaşçının bile sarılacak bir şeye ihtiyacı olurdu. Işık biliyordu ya, kendisi de ihtiyaç duyuyordu.

Çevresine bakındı. Bu Tel’aran’rhiod gibi değildi, tam olarak değil. Ölü çimenler her yönde, muhtemelen sonsuza kadar uzanıyordu. Bu gerçek Düşler Dünyası değildi; bir düşkırıntısıydı, güçlü bir Düşgören ya da düşgezgini tarafından yaratılmış bir dünya.

Rand yürümeye başladı. Çimenler ayaklarının altında çıtırdıyordu. Hiç ağaç yoktu. Muhtemelen kendi düşlerine geri dönebilirdi. Düşlerde yürümek konusunda hiçbir zaman Terkedilmişler kadar iyi olmamışsa da o kadarını başarabilirdi. Yine de meraktan yürümeye devam etti.

Burada olmamam gerekiyordu, diye düşündü. Koruma örgüleri koymuştum. Buraya nasıl gelmişti ve burayı kim yaratmıştı? Bir tahmini vardı. Sık sık düşkırıntıları kullanan tek bir kişi vardı.

Rand yakında bir varlık hissetti. Dönmeden yürümeye devam etti, ama şimdi birinin yanında yürüdüğünü biliyordu.

“Elan,” dedi Rand.

“Lews Therin.” Elan hâlâ en yeni bedenini kullanıyordu, kırmızı-siyahlara bürünmüş uzun boylu, yakışıklı adam. “Her şey ölüyor ve yakında toz hüküm sürecek. Toz… sonra hiçlik.”

“Koruma örgülerimi nasıl aştın?”

“Bilmiyorum,” dedi Moridin. “Bu mekânı yaratırsam, senin bana katılacağını biliyordum. Benden uzak duramazsın. Desen buna izin vermez. Sen ve ben birbirimize çekiliyoruz. Her seferinde. Aynı kumsala demir atmış, her dalgada birbirine çarpan iki gemi gibi.”

“Çok şairane,” dedi Rand. “Sonunda Mierin’i tasmasından salıverdiğini görüyorum.”

Moridin durdu ve Rand da durup ona baktı. Adamın öfkesini sıcak dalgaları gibi hissedebiliyordu.

“Sana mı geldi?” diye sordu Moridin.

Rand yanıt vermedi.

“Onun hâlâ hayatta olduğunu bildiğini söylemeye kalkma. Bilmiyordun; bilemezdin.”

Rand hiç kıpırdamadı. Lanfear’la –ya da artık kendine ne isim veriyorsa onunla– ilgili duyguları karmaşıktı. Lews Therin onu küçümsüyordu, ama Rand onu ilk Selene olarak tanımıştı ve sevmişti – en azından Selene, Egwene ile Aviendha’yı öldürmeye kalkışana kadar.

Onu düşününce aklına Moiraine geldi. Moiraine, asla ummaması gereken şeyleri ummaya teşvik etmişti onu.

Eğer Lanfear hâlâ yaşıyorsa… Moiraine de yaşıyor olabilir mi?

Sakin bir özgüvenle Moridin’e döndü. “Şimdi onu salıvermek anlamsız olur,” dedi Rand. “Artık üzerimde gücü yok.”

“Evet,” dedi Moridin. “Sana inanıyorum. Senin üzerinde gücü yok, ama hâlâ seçtiğin kadına karşı bir tür… hınç beslediğini düşünüyorum. Adı ne demiştin? Kendine Aiel diyen, ama silah taşıyan kadın?”

Rand, Moridin’in kışkırtmasına kanmadı.

“Zaten artık Mierin senden nefret ediyor,” diye devam etti Moridin. “Başına gelenler için seni suçluyor sanırım. Ona Cyndane diye hitap etmen gerek. Kendi aldığı ismi kullanması yasaklandı.”

“Cyndane…” dedi Rand, sözcüğü deneyerek. “Son Şans mı? Görüyorum ki efendin mizah anlayışı edinmiş.”

“Komik olması hedeflenmemişti,” dedi Moridin.

“Hayır, hedeflenmemiştir herhalde.” Rand ölü çimenler ve yapraklardan oluşan sonsuz manzaraya baktı. “İlk günlerde senden bu kadar çok korktuğuma inanmak zor. O zamanlar düşlerime mi giriyordun, yoksa beni bu düşkırıntılarından birine mi getiriyordun? Bunu hiç çözemedim.”

Moridin hiçbir şey söylemedi.

“Bir tanesini hatırlıyorum…” dedi Rand. “Ateşin yanında oturuyordum ve Tel’aran’rhiod hissi veren kâbuslarla çevrilmiştim. Birini tamamen Düş Dünyası’na çekemiyor olman lazım, ama ben de düşgezgini değilim, kendi kendime Düş Dünyası’na giremem.”

Moridin, pek çok Terkedilmiş gibi, genellikle Tel’aran’rhiod’a bedenen giriyordu ve bu tehlikeliydi. Bazıları bedenen girmenin kötü bir şey olduğunu, insanlığınızın bir kısmını kaybetmenize sebep olduğunu söylüyordu. Aynı zamanda, sizi daha güçlü kılıyordu.

Moridin o gece ne olduğuna dair herhangi bir ipucu vermedi. Rand, Tear’da yolculuk ettiği o günleri zar zor hatırlayabiliyordu. Gece gördüğü görüleri, ailesinin ve dostlarının onu öldürmeye çalıştığı görüleri hatırlıyordu. Moridin… İshamael… isteği hilafına onu Tel’aran’rhiod’la kesişen düşlere çekiyordu.

“O günlerde deliydin,” dedi Rand usulca, Moridin’in gözlerine bakarak. Orada yanan ateşleri görebiliyordunuz neredeyse. “Hâlâ delisin, değil mi? Yalnızca kontrol altına aldın. Kimse en azından birazcık delirmeden ona hizmet edemez.”

Moridin bir adım attı. “İstediğin kadar sataş Lews Therin. Son yaklaşıyor. Her şey Gölge’nin büyük boğuculuğuna teslim edilecek, gerilecek, yırtılacak, boğulacak.”

Rand da bir adım atarak Moridin’in dibine geldi. Aynı boydaydılar. “Kendinden nefret ediyorsun,” diye fısıldadı. “Bunu hissedebiliyorum Elan. Eskiden güç için hizmet ediyordun ona. Şimdi ise onun zaferi –ve her şeyin sona ermesi– bulabileceğin tek özgürlük olacağı için. Kendin olmaktansa, var olmamayı tercih ederdin. Ama onun serbest bırakmayacağını biliyor olman lazım. Asla. Seni değil.”

Moridin alayla güldü. “Bu iş bitmeden önce seni öldürmeme izin verecek Lews Therin. Sen ve altın saçlı kadını, ve Aiel kadını, ve ufak tefek siyah saçlı…”

“Bu ikimizin arasındaki bir yarışmış gibi davranıyorsun Elan,” diye sözünü kesti Rand.

Moridin başını arkaya devirerek kahkaha attı. “Elbette öyle! Hâlâ görmedin mi? Kan çağlayanları adına Lews Therin! İkimiz hakkında. Tıpkı geçmiş Çağlarda, tekrar tekrar savaştığımız gibi. Sen ve ben.”

“Hayır,” dedi Rand. “Bu sefer değil. Seninle işim bitti. Benim verecek daha büyük bir savaşım var.”

“Sakın benden…”

Yukarıdaki bulutlardan güneş ışıkları çağladı. Düşler Dünyası’nda genellikle güneş olmazdı, ama şimdi Rand’ın çevresindeki bölgeyi kaplıyordu.

Moridin sendeleyerek geriledi. Işığa baktı, sonra Rand’a dönerek gözlerini kıstı. “Sakın… sakın basit hilelerine inanacağımı sanma Lews Therin. Weiramon’a yaptıkların onu sarstı, ama saidin tutmak ve insanların nabızlarının hızlanmasını dinlemek o kadar zor bir şey değil.”

Rand iradesini dayattı. Ayaklarının altında çıtırdayan yapraklar değişmeye, yeşile dönmeye başladı ve yaprakların arasından taze çimenler fışkırdı. Yeşillik dökülmüş boya gibi yayıldı ve yukarıdaki bulutlar kaynayıp gitti.

Moridin’in gözleri daha da irileşti. Bulutların çekildiği gökyüzüne bakarak sendeledi… Rand onun şokunu hissedebiliyordu. Bu gerçekten de Moridin’in düşkırıntısıydı.

Ama bir başkasını düşkırıntısına çekmek için, onu Tel’aran’rhiod’a yakın yapmak zorundaydı. Aynı kurallar geçerliydi. Bir şey daha vardı, ikisi arasındaki bağlantı hakkında bir şey…

Rand kollarını yanlara açarak yürüdü. Dalgalar halinde çimenler fışkırdı, yeryüzü kızarıyormuş gibi yerden kırmızı çiçekler çıktı. Fırtına dindi ve ışık karanlık bulutları buharlaştırdı.

“Efendine söyle!” diye emretti Rand. “Ona bu savaşın diğerleri gibi olmayacağını söyle. Ona hizmetkarlarından bıktığımı ve piyonlarıyla oynadığı küçük oyunlarla işimin bittiğini söyle. Ona söyle, bu sefer ONUN için geliyorum! ”

“Bu yanlış,” dedi Moridin. Sarsıldığı açıktı. “Bu…” Bir an, alev alev güneşin altında durarak Rand’a baktı, sonra yok oldu.

Rand nefesini bıraktı. Çimenler çevresinde öldü, bulutlar geri geldi ve güneş soldu. Moridin gitmiş olsa da, düşte gerçekleştirdiği değişimi sürdürmek zordu. Rand nefes nefese çöktü ve dinlendi.

Burada, bir şeyin olmasını dilemek onu gerçek kılıyordu. Keşke gerçek dünyada da işler bu kadar kolay olsaydı.

Gözlerini kapattı ve kalkma zamanı gelene kadar biraz uyumak için kendini geri yolladı. Kalkıp dünyayı kurtaracaktı. Yapabilirse.


Pevara yağmurlu gecenin içinde Androl’ün yanında çömeldi. Pelerini sırılsıklam olmuştu. Bunun için kullanabileceği birkaç örgü biliyordu, ama yönlendirmeye cesaret edemezdi. O ve diğerleri Dönmüş Aes Sedailer ve Kara Ajah’tan kadınlarla yüzleşecekti. Yönlendirirse hissederlerdi.

“Bu bölgeyi korudukları kesin,” diye fısıldadı Androl. İleride, yer bir tuğlalar ve çukurlar labirenti halinde kırılmıştı. Sonradan Kara Kule binası olacak odaların temelleriydi bunlar. Dobser haklıysa, temellerin arasında başka odalar yapılmıştı – çoktan bitmiş, Kule inşa edilirken sır olarak kalacak gizli odalar.

Taim’in Asha’manlarından ikisi yakında durmuş, gevezelik ediyordu. Rahat davranmaya çalışsalar da, hava durumu etkiyi bozuyordu. Böyle bir gecede kim dışarıda dikilmeyi seçerdi ki? Adamları aydınlatan sıcak mangala ve yağmuru uzak tutan Hava örgüsüne rağmen, varlıktan kuşkuluydu.

Nöbetçiler. Pevara düşünceyi doğrudan Androl’e yollamaya çalıştı.

İşe yaradı. Düşünce kendi kafasına girince Androl’ün hissettiği şaşkınlığı sezebiliyordu.

Androl’den bulanık bir düşünce geldi. Bundan faydalanmalıyız.

Evet, diye karşılık verdi Pevara. Ama bir sonraki düşünce fazla karmaşıktı, bu yüzden fısıldadı. “Temellerin başına nöbetçi diktiğini daha önce neden fark etmedin? Gerçekten de gizli odalar varsa, geceleri de onlar üzerinde çalışıyor olmalılar.”

“Taim belli bir saatten sonra dışarı çıkma yasağı uyguluyor,” diye fısıldadı Androl. “Yalnızca işine geldiğinde yasağı ihlal etmemize izin veriyor – Welyn’in bu gece dönmesi gibi. Dahası bu bölge, bunca çukurla çok tehlikeli. Buraya nöbetçi koymak iyi bir fikir. Yalnız…”

“Yalnız,” dedi Pevara, “Taim çocukların burada gezinirken boyunlarını kırması hakkında endişelenecek türden biri değil.”

Androl başını salladı.

Pevara ve Androl nefeslerini sayarak yağmurda beklediler. Sonunda gecenin içinde üç ateş kurdelesi uçtu ve nöbetçilerin kafasına çarptı. İki Asha’man tahıl çuvalları gibi oldukları yere yığıldı. Nalaam, Emarin ve Jonneth işlerini kusursuzca yapmışlardı. Hızla yönlendirmişlerdi ve şansları varsa, ya fark edilmezdi ya da Taim’in nöbetçilerinin işi sanılırdı.

Işık, diye düşündü Pevara. Androl ve diğerleri gerçekten de birer silah. Emarin ve diğerlerinin ölümcül saldırılara girişeceklerini hiç düşünmemişti. Bir Aes Sedai olarak kendi deneyiminden çok uzaktı. Aes Sedailer, ellerinden geldiği takdirde, sahte Ejderleri bile öldürmemişti.

“Ehlileştirmek de öldürür,” dedi Androl önüne bakarak. “Ama yavaş yavaş.”

Işık. Evet, bağın avantajları olabilirdi – ama aynı zamanda hayli rahatsızlık vericiydi. Düşüncelerini koruma egzersizleri yapması gerekecekti.

Emarin ve diğerleri karanlıktan çıktı ve mangalın yanında Pevara ile Androl’e katıldı. Canler, iki İki Nehirliyle birlikte geride kaldı. Bu gece işler yolunda gitmezse, onları Kara Kule’den kaçırmaya çalışacaktı. Canler’in itirazlarına rağmen onu geride bırakmak mantıklıydı. Adamın bir ailesi vardı.

Cesetleri gölgelerin içine çektiler, ama mangalı yanar halde bıraktılar. Nöbetçileri arayan biri ışığın hâlâ orada olduğunu görecekti, ama gece o kadar puslu ve yağmurluydu ki, nöbetçilerin ortadan kaybolduğunu görmek için yaklaşması gerekecekti.

Androl sık sık başkalarının neden onu takip ettiğini anlamadığından yakınsa da, hemen grubun önderliğini ele aldı ve Nalaam ile Jonneth’i temelin kenarında nöbet tutmaya yolladı. Jonneth yayını yanında taşıyordu, ama bu ıslak gecede kirişini çözmüştü. Yağmurun dineceğini ve yönlendirme riskine girmek istemediklerinde onu kullanabileceklerini umuyorlardı.

Androl, Pevara ve Emarin çamurlu yokuşların birinden kayarak indiler ve kazılmış temel çukurlarından birinin içine girdiler. Pevara inerken her yanına çamur sıçradı, ama zaten sırılsıklamdı ve yağmur çamuru akıtıyordu.

Temel taşlardan örülmüştü ve duvarların arasında odalar ve koridorlar oluşturulmuştu. Burada yapı bir labirente dönüşmüştü ve yukarıdan yağmur suları akıyordu. Sabahları Asha’man askerler temeli kurutma işine girişiyorlardı.

Girişi nasıl bulacağız? diye düşündü Pevara.

Androl diz çöktü ve elinin üzerinde küçük bir ışık küresi belirdi. Yağmur damlaları ışığından içinden geçiyor, bir anlığına minik meteorlara benzedikten sonra çakarak yok oluyorlardı. Androl parmaklarını yerdeki su birikintisine soktu.

Başını kaldırdı ve işaret etti. “Bu tarafa akıyor,” diye fısıldadı. “Su bir yere gidiyor. Taim’i orada bulacağız.”

Emarin takdirle homurdandı. Androl elini kaldırarak Jonneth ile Nalaam’ı yanlarına, temelin içine çağırdı, sonra hafif adımlarla başı çekti.

Sen. Başarıyla. Sessizce. Hareket ediyorsun, diye düşündü Pevara.

İzci olarak eğitim aldım, diye yanıt verdi Androl. Ormanda. Puslu Dağlar’da.

Bu adam hayatı boyunca kaç işte çalışmıştı? Pevara onun için endişeleniyordu. Böyle bir hayat Androl’ün yaşadığı dünyadan mutlu olmadığını ve sabırsız biri olduğunu gösteriyor olabilirdi. Ama Kara Kule’den bahsetme tarzı… bu uğurda savaşma arzusu… bu bambaşka bir şey söylüyordu. Bu yalnızca Logain’e sadakatiyle açıklanamazdı. Evet, Androl ve diğerleri Logain’e saygı duyuyordu, ama onlar için Logain çok daha büyük bir şeyi temsil ediyordu. Onlar gibi adamların kabul gördüğü bir yer.

Androl’ünkü gibi bir hayat, herhangi bir işte sebat etmeyen, asla tatmin olmayan biri olduğuna işaret ediyor olabilirdi, ama bambaşka bir şeye daha işaret ediyor olabilirdi: arayış içindeki bir adam. Arzuladığı hayatın orada bir yerde olduğunu bilen bir adam. Onu bulması yeterli olacaktı.

Androl, “Beyaz Kule’de sana insanları bu şekilde analiz etmeyi mi öğretiyorlar?” diye fısıldadı Pevara’ya, bir kapının yanında durup ışık küresini içeri yollar, sonra diğerlerine de takip etmelerini işaret ederken.

Hayır, diye yanıt verdi Pevara, düşüncelerini daha rahat aktarabilmek amacıyla bu iletişim yöntemini denemeye devam ederek. İlk yüz senesinden sonra bir kadının kendiliğinden öğrendiği bir şey.

Androl’den gergin bir neşe hissi geldi. Bir dizi bilmemiş odadan geçtiler. Hiçbirinin çatısı yoktu. Sonra işlenmemiş topraktan oluşan bir yere geldiler. Burada bazı fıçıların içinde zift vardı, ama fıçılar kenara çekilmişti ve normalde fıçıların üzerinde durduğu tahtalar yana kaydırılmıştı. Burada, yerde bir delik vardı. Su çukurun kenarından taşıyor, aşağıdaki karanlığa dökülüyordu. Androl diz çöktü ve dinledi, sonra diğerlerine başını sallayıp çukura girdi. Bir an sonra yere inerken çıkardığı şapırtıyı duydular.

Pevara peşinden gitti ve yalnızca bir metre kadar düştü. Ayaklarını kaplayan su soğuktu, ama zaten sırılsıklam olmuştu. Androl eğilerek topraktan bir çıkıntının altından geçti, sonra diğer yanda ayağa kalktı. Küçük ışık bir tüneli aydınlattı. Yağmur suyunu tutması için bir siper kazılmıştı burada. Pevara nöbetçileri vururken tam olarak buranın tepesinde durduklarını tahmin etti.

Dobser haklı, diye düşündü, diğerleri sular sıçratarak arkalarından gelirken. Taim gizli tüneller ve odalar yapıyor.

Siperi aştılar ve yürümeye devam ettiler. Biraz sonra bir koridor kesişimine geldiler. Burada toprak duvarlar, tıpkı bir madende olduğu gibi, tahtalarla desteklenmişti. Beşi orada toplanıp bir o yana bir bu yana baktılar. İki yol vardı.

“O yol yukarı doğru eğimli,” diye fısıldadı Emarin, sol tarafı göstererek. “Belki bu tünellere bir başka giriştir.”

“Muhtemelen daha derine gitmemiz lazım,” dedi Nalaam. “Sizce de öyle değil mi?”

“Evet,” dedi Androl, parmağını yalayıp havaya kaldırarak. “Rüzgar sağa esiyor. İlk önce o tarafa gideceğiz. Dikkatli olun. Başka nöbetçiler de olmalı.”

Grup tünellerde daha derine ilerledi. Taim kaç zamandır bu tünel labirenti üzerinde çalışıyordu acaba? O kadar da geniş görünmüyordu –başka kesişimden geçmediler– ama yine de etkileyiciydi.

Androl aniden durdu ve diğerlerini de durmaya zorladı. Tünelde bir homurtu yankılanıyordu. Sözcükleri seçemeyecekleri kadar alçaktı ve duvarlara vuran titrek bir ışık da vardı. Pevara Kaynak’a kucak açtı ve örgüler hazırladı. Yönlendirirse, temeldeki biri fark eder miydi? Androl’ün de tereddütlü olduğu açıktı; yukarıda nöbetçileri öldürmek için yönlendirmek yeterince kötüydü. Taim’in buradaki adamları Tek Güç kullanıldığını sezerse…

İşığın aydınlattığı bir şekil yaklaşıyordu.

Pevara’nın yanından bir gıcırtı geldi ve Jonneth kirişini tekrar taktığı İki Nehir yayını çekti. Tünelde buna yetecek kadar yer ancak vardı. Bir şaklamayla oku bıraktı ve havada bir ıslık sesi duyuldu. Homurtu kesildi ve ışık düştü.

Gruptakiler koşarak gittikleri zaman Coteren’i yerde buldular. Ok göğsüne saplanmıştı ve gözleri camlaşmıştı. Feneri yanında, yerde kesik kesik yanıyordu. Jonneth okunu aldı ve cesedin giysilerine sildi. “İşte bu yüzden hâlâ yay taşıyorum, seni keçinin çocuğu.”

“Bakın,” dedi Emarin, kalın bir kapıyı göstererek. “Coteren bu kapıyı koruyordu.”

“Hazırlıklı olun,” diye fısıldadı Androl, sonra kalın tahta kapıyı itip açtı. Kapının arkasında toprağa oyulmuş bir dizi kaba hücre buldular – her biri, kapısı ve çatısı olan birer delikten daha fazlası değildi. Pevara boş bir tanesinin içine baktı. Hücrenin içi ayakta durulabilecek kadar yüksek değildi ve aydınlatılmamıştı. O hücrelere kapatılmak, mezardan farksız bir delikte, karanlıkta kısılı kalmaktan farksız olurdu.

“Işık!” dedi Nalaam. “Androl! O burada! Logain!”

Diğerleri de koşarak gelip ona katıldı. Androl şaşırtıcı bir beceriyle kapıdaki kilidi açtı. Hücrenin kapısını açtılar ve Logain bir homurtuyla dışarı yuvarlandı. Çamurla kaplanmıştı ve korkunç görünüyordu. Eskiden o kıvırcık siyah saçlar ve güçlü yüzle yakışıklı görünüyordu. Şimdi ise bir dilenci kadar zayıftı.

Logain öksürdü, sonra Nalaam’ın yardımıyla dizlerinin üzerinde doğruldu. Androl hemen diz çöktü, ama saygıyla değil. Emarin Asha’manların önderine içmesi için bir matara uzatırken Androl Logain’in gözlerine baktı.

Ee? diye sordu Pevara.

Bu o, diye düşündü Androl. Bağ aracılığıyla büyük bir rahatlama duygusu geldi. Hâlâ kendisi.

Onu Döndürmüş olsalardı serbest bırakırlardı, diye düşündü Pevara. Bu iletişim yöntemine gittikçe daha fazla alışıyordu.

Belki. Eğer bu bir tuzak değilse. “Lord Logain.”

“Androl.” Logain’in sesi hırıltılıydı. “Jonneth. Nalaam. Ve bir Aes Sedai?” Pevara’yı inceledi. Günler, belki haftalardır bir hücrede yatan biri için olağanüstü canlı görünüyordu. “Seni hatırlıyorum. Hangi Ajah’tansın kadın?”

“Fark eder mi?” diye yanıt verdi Pevara.

“Çok fark eder,” dedi Logain, ayağa kalkmaya çalışarak. Çok zayıftı ve Nalaam ona destek olmak zorunda kaldı. “Beni nasıl buldunuz?”

“Bunu güvenliğe kavuştuğumuz zaman anlatırız Lordum,” dedi Androl. Kapıdan dışarıya baktı. “Harekete geçelim. Bizi zor bir gece bekliyor. Ben…”

Androl donakaldı, sonra kapıyı çarparak kapattı.

“Ne oldu?” diye sordu Pevara.

“Biri yönlendiriyor,” dedi Jonneth. “Hem de kuvvetle.”

Koridordan kapının ve toprak duvarların boğduğu bağırışlar geldi.

“Biri nöbetçileri buldu,” dedi Emarin. “Lord Logain, savaşabilecek misin?”

Logain kendi başına ayakta durmaya çalıştı, ama sonra yine çöktü. Yüzüne bir kararlılık gelmişti, ama Pevara Androl’ün hayal kırıklığını hissedebiliyordu. Logain’e çatalkök vermişlerdi; ya bu, ya da yönlendiremeyecek kadar yorgundu. Bu şaşırtıcı değildi. Pevara ondan daha iyi durumda olmasına rağmen Kaynak’a kucak bile açamayacak kadar bitkin düşmüş kadınlar görmüştü.

“Geriye!” diye bağırdı Androl, kapının yanına çekilip toprak duvara yaslanarak. Kapı bir ateş örgüsüyle patladı ve parçalandı.

Pevara döküntülerin yere düşmesini beklemeden Ateş ördü ve ötedeki koridora bir yıkım dalgası yolladı. Karşısında Karanlıkdostları, hatta daha kötüsü olduğunu biliyordu. Üç Yemin onu burada sınırlamıyordu.

Bağırışlar duydu, ama bir şey ateşi sektirdi. Bir kalkan Pevara ile Kaynak arasına girmeye çalıştı. Pevara onu zorla savuşturdu ve kenara çekilip derin derin nefes aldı.

“Oradaki her kimse, güçlü biri,” dedi Pevara.

Uzaktan bir sesin yağdırdığı emirler koridorda yankılandı.

Jonneth, Pevara’nın yanında diz çökerek yayını çıkardı. “Işık, bu Taim’in sesi!”

“Burada kalamayız,” dedi Logain. “Androl. Kapıyol.”

“Deniyorum,” dedi Androl. “Işık, deniyorum!”

“Balı,” dedi Nalaam ve Logain’i duvara yasladı. “Daha önce bundan daha zor durumlarda kaldığım oldu!” Kapıda diğerlerine katıldı ve koridora örgüler fırlatmaya başladı. Duvarlar patlamalarla sarsılıyordu ve tavandan toprak yağıyordu.

Pevara kapının önüne atladı, bir örgü salıverdi, sonra Androl’ün yanında diz çöktü. Androl görmeyen gözlerle önüne bakıyordu ve yoğunlaşma çabasıyla yüzü bir maskeye dönüşmüştü. Pevara bağdan gelen kararlılığı ve hayal kırıklığını hissedebiliyordu. Onun elini tuttu.

“Yapabilirsin,” diye fısıldadı.

Kapı patladı ve kolu yanan Jonneth geriye devrildi. Yer sarsılıyordu; duvarlar dağılmaya başladı.

Androl’ün yüzünden ter damlıyordu. Dişlerini sıktı, yüzü kızardı ve gözleri iri iri açıldı. Kapıdan içeri duman doluyordu. Emarin öksürdü. Nalaam, Jonneth’e Şifa veriyordu.

Androl bağırdı ve Pevara onun zihnindeki duvarı aşacak gibi olduğunu hissetti. Başarmak üzereydi! Başara…

Bir örgü odaya çarparak gümledi, yer dalgalandı ve zorlanan tavan sonunda çöktü. Üstlerine toprak yağdı ve her şey karardı.

Загрузка...