Üçüncü Bölüm

RORDEN çalışmalarının amacı hakkında rastgele atıflardan fazlasında bulunmadı üç yıl boyunca. Alvin de artık hem öğrenmesi gereken pek çok şey olduğunun, hem de ulaşılmaz bir hedefin peşinde koşmadığının bilincine iyice varıp sabrın sonunun selamet olduğunu iyice öğrendiğinden bu üç yıl oldukça çabuk geçti. Sonra bir gün, eski dünyanın iki zıt haritasını bağdaştırmaya çalıştıkları bir gün, ana Birleştirici birdenbire sinyal verip dikkatlerini kendisine çevirmelerini istemeye başladı.

Rorden aceleyle makineye koşup elinde üzeri baştan aşağıya yazdı uzun bir kâğıtla döndü. Kâğıda süratle göz gezdirdikten sonra da Alvin’e gülümseyerek bakıp sakin bir tavırla konuşmaya başladı:

— Birinci yolun hâlâ açık olup olmadığım yakında öğreneceğiz.

Yerinden haritaları dört bir yana saçarak fırlayan Alvin heyecanla haykırdı.

— Nerede bu yol? Nerede?

Rorden Alvin’i gülerek itip tekrar yerine oturttu:

— Seni bunca zaman sırf paşa gönlüm öyle dilediği için bekletmedim. Bunu hangi yolla yapacağımızı bilseydik bile sen o zamanlar yine de Diaspar’dan ayrılmayacak kadar gençtin ama ağırdan almamın tek nedeni bu değildi. Beni ilk görmeye geldiğin günü hatırlıyor musun? Sen gittikten sonra Alaine’in yaşadığı çağdan sonraki çağlarda yaşamış herhangi bir kimsenin kenti terketmeye çalışıp çalışmamış olduğunu anlamak isteyip makinelere kayıtlan incelettirmeye başladım. Buna ilk çalışanın sen olmayabileceğini, senden başkalarının da buna kalkışmış olabileceğini düşünüyordum ve bu düşüncemde de haklıydım. Daha pek çok kimse buna kalkışmış ve bunlar

dan sonuncusu da kentten yaklaşık elli milyon yıl önce ayrılmıştı ama bunların hepsi de arkalarında herhangi bir iz bırakmamaya büyük özen gösterip arkalarında en ufak bir ipucu bile bırakmamışlardı. Alaine bıraktığı mesajda yolu sadece ve sadece kendileri için araştırma yapanların bulmasına müsaade edilmesi gerektiğini özellikle vurguladığından ben bu özenin altında Alaine’in parmağının bulunduğunu biliyordum ama yolla ilgili sırrın özenle gizlenmiş olsa da bir daha bulunamayacak kadar özenle gizlenmemiş olduğunu da artık öğrenmiş olduğumdan her yolu denemeye, bir sürü çıkmaz yola girip çıkmaya başladım.

Bir yıl kadar önce araştırmalarımı ulaşım konusu üzerinde yoğunlaştırmaya başladım. Bunun nedeni Diaspar’la dünyanın geri kalan kısımları arasında bir zamanlar pek çok bağlantı bulunduğunun çok açık oluşuydu. Böylece limanın zamanla çölün kumları altına gömülmüş olmasına rağmen başka ulaşım vasıtaları da bulunabileceğini, bir zamanlar bulunmuş olması gerektiğini düşünüp bu yönde çalışmaya başladım. Başladım ama daha ilk attığım adımda da, Birleştiricilerin direkt sorulan yanıtlamayacaklarını anladım. Tıpkı bir zamanlar benim sana yaptığım şekilde, Alaine de makineleri bu konuda bloke etmiş olmalıydı ve ben bu bloğu kaldırmak olanağından maalesef yoksundum. Böylece dolaylı yöntemlere başvurmak zorunda kaldım.

Eğer bir zamanlar bir dış ulaşım sistemi var olmuşsa bile bu sistemden artık hiçbir iz kalmadığına kuşku yok. Daha açıkçası, bir zamanlar böyle bir sistem var olduysa bile bu sistem kasıtlı olarak gizlenmiş. Ben de Birleştiricilere kentte kayıtlar tutulmaya başlandığından beri gerçekleştirilmiş tüm büyük mühendislik projelerini incelettirmeye başladım. Elimde gördüğün merkez parkın inşaatıyla ilgili bir rapor. Alaine’in üzerine kendi eliyle not düştüğü bir rapor. Makinede Alaine’in ismine rastlar rastlamaz artık aradığını bulduğunu anlayıp beni çağırdı.

Rorden elindeki kâğıda bir kısmını yeniden okuyormuş gibi göz attıktan sonra devam etti.

— Tüm yürüyen yolların Park’ta birleşmesi gerektiğinden hiç kuşkulanmadık şimdiye dek. Tüm yürüyen yolların parkta birleşmesi bize hep çok normal bir şeymiş gibi göründü. Ama bu rapor Park’ın kentin kuruluşundan sonra inşa edildiğini bildiriyor. Bu rapordan gidersek yürüyen yollar bir zamanlar başka bir yere ulaşmaktaydılar.

— Belki de bir havaalanına?

— Havaalanı olamaz. Yürüyen yolların yapılışından önceki zamanlar, kent üzerinden uçuşa hiçbir zaman müsaade edilmediği için olamaz. Üstelik Diaspar bu kadar eski değil. Ama Alaine’in notunu dinle.

Çöl Diaspar limanını tamamen örttüğünde bu olasılığa karşı hazırlanmış olan acil kurtarma sistemi geri kalan taşıtları kurtarabilmeye muvaffak oldu. Ama bu taşıtlardan oluşan yeni araç parkı da göçten sonra hemen hemen hiç kullanılmadığı için sonunda yapımcısı Yarlan Zey tarafından tamamen kapatıldı.

Aklı oldukça karışmış gibi görünen Alvin sızlandı.

— Pek bir şey anladığımı söyleyemem.

Rorden gülümseyip tatlı tatlı serzenişte bulundu.

— Kafanı çalıştıracak yerde Birleştiricileri çalıştırıp yükü onlara yıkmayı yeğlediğin için böyle oluyor. Alaine’in tüm bildirileri gibi bu bildiri de istenilmeyen kişiler tarafından anlaşılmaması için muğlak tutulmuş ama ben bizi yeteri kadar aydınlattığı kanısındayım. Yarlan Zey adının senin için hiçbir anlamı yok mu?

Alvin ağır ağır yanıl tadı.

— Var sanıyorum. Anıttan söz ediyorsunuz.

— Evet. Anıt parkın tam ortasında. Eğer yürüyen yolları uzatsaydın hepsi de orada birleşeceklerdi. Belki de, bir zamanlar orada kesişmekteydiler.

Çoktan ayağa fırlamış olan Alvin haykırdı.

— Hemen gidip bir göz atalım.

Rorden başını «olmaz» dercesine salladı:

— Yarlan Zey’in mezarına birçok kez gittiğin halde bu mezar anıtta yine de alışılmışın dışında hiçbir şey görmedin şimdiye dek. Bu baklından oraya koşmadan önce makinelere yeni sorular sormamız daha iyi olmaz mı? Ne dersin?

Bu düşüncenin doğruluğunu kabullenmek zorunda kalan Alvin yeni sorulara yeni yanıtlar beklerlerken Birleştiricinin daha önce vermiş olduğu raporu okumaya koyuldu ve bir süre okuduktan sonra da başım kaldırıp Rorden’e baktı:

— Rorden, Alaine’in göç sözcüğüyle kastettiği neydi?

— Bu çok eski kayıtlarda sık sık geçen bir sözcüktür. Diğer kentlerin çökmeye yüz tuttuğu, tüm insanların Diaspar’a akın etmeye başladığı zamanlara ait bir sözcük.

— O halde bu sistem her ne ise, acil kurtarma sistemi bu kentlere gidiyor?

— Hemen hemen yüzde yüz olasılıkla.

Alvin bir süre düşündü.

— Şu halde sistemi bulsak bile sistemin bizi bir sürü ölü kentten başka bir yere götürmeyeceğini düşünüyorsun?

— Buna yarayacağından bile kuşkuluyum. Kentler terkedildiğinde makineler büsbütün kapatıldığından şimdi tümü çölün kumları altında kalmış olmalı.

Karamsarlığa kapılmayı reddeden Alvin bu fikre karşı çıktı.

— Ama Alaine’in bunu bilmesi gerekirdi.

Rorden omuzlarını silkti.

— Unutma. Varsayımda bulunmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Ayrıca şu anda Birleştiricide de hiçbir veri yok. Onun için bu bekleyiş daha saatler sürebilir ama konu çok kısıtlı olduğu için kayıtlı tüm bilgilerin gün sona ermeden önce elimize geçmiş olacağına kuşkum yok. Özetlersek sonuçta senin dediğini yapmış oluyoruz.

Kentin ekranları kapalıydı. Güneş, ışıklan ilk çağlar insanına garip bir şekilde zayıf gelecek güneş tüm şaşaasıyla parlamaktaydı. Alvin bu yoldan daha önce yüzlerce kez geçmiş olmasına rağmen şimdi içinde yeni bir maceraya atılmaktaymış gibi bir duygu vardı. Yürüyen yolun sonuna vardıklarında eğilip onları kentten bu yana taşımış olan yüzeyi inceledi ve yaşamında ilk defa bunun ne harikulâde bir yüzey olduğunu anlamaya başladı. Burada tamamen hareketsiz olan bu yüzey ancak yüz metre ötesinde koşmakta, bir insanın koşabileceğinden çok daha büyük bir hızla koşmakta, dosdoğru üzerine gelmekteydi.

Alvin’e bakan Rorden gencin duyduğu merakı yanlış yorumladı.

— Öyle sanıyorum ki park inşa edildiğinde yolun son kısmım başka bir yere nakletmek zorunda kaldılar. Bu bakımdan bu yoldan herhangi bir şey öğrenebileceğini sanmıyorum.

— Düşündüğüm bu değildi. Yürüyen yolun nasıl çalıştığını araştırıyordum.

Böyle bir şey şimdiye dek aklımın ucundan bile geçmediği için Rorden şaşırdı. İnsanoğlu kentlerde yaşamaya başladığı zamandan beri ayaklarının altındaki sayısız hizmet araçlarım nasılı niçini hakkında hiç kafa yormadan kabullenmiş ve kentler tamamen otomatikleştiğinde de bu araçların artık farkına bile varmaz olmuştu.

— Bu konuda kafa patlatma. Çözmeye meraklıysan sana bin tane çok daha zor bulmaca gösterebilirim. Örneğin, Kayıtçıların bilgileri nereden ve nasıl devşirdikleri gibi.

Rorden bunları söyledikten sonra yürüyen yolları, Mühendisliğin en büyük becerilerinden biri olan yürüyen yollan, tamamen aklından çıkardı. İzotropik olmayan maddenin yapılmasına yol açmış olan uzun araştırma çağlarının onun için hiçbir önemi yoktu. Rorden’e bu maddenin bir buudu yönünden bir katının, diğer iki buudu yönünden de bir sıvının niteliklerine sahip olabileceği gibi bir şey bile söylenseydi Rorden’in yine de en küçük bir hayret eseri bile göstermeyeceğine hiç kuşku yoktu.

Park ancak üç mil kadar ilerideydi ama parka giden yolların hepsi kavisli olduğundan yol aslında olduğundan daha uzun çekmekteydi. Alvin çocukken kentin bu en büyük açık alanının bitkileriyle ağaçlan arasında çok zaman geçirmiş, çocukluğuyla ilk gençliği arasında parkta gezmedik yer bırakmamıştı ama daha sonraki yıllarda parkın büyüsünün büyük kısmı uçup gitmişti ve bunun nedenini de şimdi anlamaktaydı. Yasak meyveyi tatmış, eski kayıtlan görmüş ve parkın dünyanın yitirmiş olduğu güzelliğin soluk bir gölgesinden başka bir şey olmadığım öğrenmişti.

Biçilmeye hiçbir zaman gerek göstermeyen bodur, ölümsüz çimenlerin üzerinden ilerler, iki yanlarında yaşlan belirsiz ağaçların uzandığı bulvarlardan geçerlerken pek çok kimseyle karşılaşıp Alvin’i herkes, Kayıtlar Muhafızını da hemen herkes tanıdığı için, bir süre sonra selamlara karşılık vermekten yorulmuşlardı. Bunun için bulvardan çıkıp ikinci derecedeki küçük yollardan, ağaçlarının giriftliğinden gökyüzünün hemen hemen görünmediği sakin, ikinci derecede yollardan ilerlemeye başladılar. Ağaçların gövdeleri bazen çevrelerini öylesine sarıyordu ki kentin büyük kulelerini bile göremez oluyorlardı. Öyle ki, Alvin kısa bir süre için o kadar çok düşlemiş olduğu eski dünyada gezinmekte olduğunu hayal etti.

Parktaki tek yapı Yarlan Zey’in mezarıydı. Gül kurusu sütunları güneşin altında parlayan mezar alçak bir tepenin üzerinde duruyor, bu tepeye iki tarafında Eternal ağaçlarının sıralandığı bir bulvardan gidiliyordu. Üzeri açık olan mezarın tek holünün döşemesi büyük, doğal gibi görünen taş dilimleriyle kaplanmıştı. İnsanoğlu bu döşemenin üzerine asırlardan beri bastığı, bu döşemenin üzerinde asırlardan beri gidip geldiği halde, bu taşları her ne hikmetse yine de aşındıramamış, üzerlerinde en ufak bir iz bile bırakamamıştı. Alvin’le Rorden ağır ağır bu hole girip Yarlan Zey’in anıtı karşısında durdular.

Büyük parkın yaratıcısının gözleri sanki dizlerinin üzerine yayılmış planları inceliyormuş gibi hafifçe aşağıya bakmaktaydı. Yüzünde nesilleri asırlar boyunca şaşırtmış olan o garip bir şekilde kaçamaklı ifade okunmaktaydı. Bazılarına göre bu sanatçının bir kaprisinden, üzerinde durmaya bile değmez bir kaprisinden başka bir şey değildi. Bazılarına göreyse Yarlan Zey esrarlı bir nükteye gülümsemekteydi ve Alvin anıtın karşısında durduğu anda böyle düşünenlerin haklı olduğunu; Yarlan Zey’in bir nükteye, gerçekten de esrarlı bir nükteye bakıp buna gülümsemekte olduğunu anladı.

Rorden anıtın karşısında bir süre ilk kez görüyormuş gibi kıpırdamadan durduktan sonra birkaç adım gerileyip büyük, yassı temel taşlarını incelemeye başladı.

— Ne yapıyorsunuz?

— Biraz mantığımla hareket ediyor, mantığımdan çok da sezgimin sesine uyuyorum.

Rorden daha fazla bir şey söylemediği için Alvin tekrar anıta bakmaya başladı. Arkasından gelen hafif bir ses dikkatini çektiğinde hâlâ anıtı incelemekteydi. Bu ses üzerine dönünce yüzünde mutluluktan güller açan Rorden’in ağır ağır temele gömülmekte olduğunu gördü. Alvin’in yüzündeki ifadeyi gören Rorden bir yandan gülerken bir yandan da konuşmaya başladı:

— Bu işlemin tersinin nasd yapılacağını bildiğimi sanıyorum. Eğer derhal geri dönmezsem beni bir ağırlık polarizatörü ile yukarı çekmen gerekecek ama dediğim gibi buna gerek kalacağını sanmıyorum.

Bu son sözler iyice boğuktu. Dikdörtgen oyuğun kenarına koşan Alvin, Rorden’in daha şimdiden yerin birkaç metre altına inmiş olduğunu gördü. Şaft, Alvin bakarken bile hızla derinleşmekte; Rorden’i giderek küçültüp, insan demek olanaksız bir noktacığa dönüştürmekteydi.

Sonra uzak ışık dikdörtgeni genişlemeye, delik kısalmaya başlayıp Rorden tekrar Alvin’in yanında durdu ve Alvin’in içini büyük bir ferahlık kapladı. Rorden bir an süren derin bir sessizlikten sonra gülümsedi:

— Eğer üzerinde çalışacak bir şey bulabilirse mantık mucizeler yaratabilir. Bu yapının kurgusu hiçbir şey gizleyemeyecek kadar basit olduğundan tek gizli çıkışı ancak temelinde olabilirdi. Bu çıkışın herhangi bir şekilde belirtilmiş olması gerekeceğini düşünüp geri kalanların tümünden değişik bir temel taşı bulana kadar araştırdım.

Alvin eğilip inceledikten sonra karşı çıktı:

— Bu taşın diğerlerinden hiç farkı yok ki.

Rorden ellerini gencin omuzlarına koyup vücudunu yüzü anıta dönene dek çevirdi. Alvin anıta bir süre dikkatle baktıktan soma başını ağır ağır sallayıp fısıldadı:

— Demek Yarlan Zey’in sırrı bu.

Yanılmıyordu. Heykelin gözleri üzerinde durduğu taşa, sadece bu taşa dikilmişti. Nitekim Alvin bu taştan yanındaki taşa geçince Yarlan Zey’in artık kendisine doğru bakmadığım fark etti.

Rorden yeniden konuşmaya başladı:

— Özellikle bu gözlerin gösterdiği şeyi aramadıkça, hatta o zaman bile, bu bakışların yine de hiçbir şeyi göstermeyeceğini, hiçbir anlam ifade etmeyeceğini milyonda bir kişi bile akledemezdi. Bu taş parçasının üzerinde durur, çeşitli düşünce kanallarını izlerken, önceleri kendimi çıldırmak üzereymiş gibi hissettim. Bir süre sonra bir işe yaramadı. Tetiği bu isim çekmiş olsaydı pek çok kimse makineyi bilmeyerek, kazaen harekete geçirmiş olacağı için bir işe yaramadı. Bereket devreler oldukça hoşgörülü olmalıydılar ki şifre düşüncenin, kilidi açacak anahtarın «Lyndarlı Alaine» olduğu sonunda ortaya çıktı ve ben de aklımı yitirmekten ucu ucuna kurtuldum.

— Açıklanınca oldukça basit gibi geliyor ama ben bunu bin yıl düşünseydim bile yine de bulamazdım. Birleştiriciler böyle mi çalışıyor?

Rorden gülümsedi:

— Ben yanıtı bazen Birleştiricilerden önce buluyorum ama onlar daima buluyor.

Bir an durduktan sonra devam etti.

— Şaftı açık bırakmamız gerekecek. Başka çaremiz yok. Birinin şafttan aşağı düşmesi de hiç de olası gibi gözükmüyor nasıl olsa.

Sarsılmadan toprağa gömülürlerken dikdörtgen gökyüzü parçası gitgide küçülüp gitgide uzaklaştı. En az bin metre derinliğinde gibi görünen şaft duvarlarının yaydığı fosforla aydınlanmaktaydı. Üzerlerinde en ufak bir pürüz girinti çıkıntı bile olmayan bu duvarlar, şimdi kendilerini aşağıya doğru indirmekte olan makinenin nasıl bir araç olduğu hakkında hiçbir fikir vermemekteydiler.

Şaftın dibindeki kapı, ona doğru ilerlerken otomatikman açıldı. Kısa koridoru birkaç adımda geçtikten sonra kendilerini muazzam bir mağarada bulup bu mağaranın akıl almaz boyutları karşısında birer toz zerreciği gibi hissettiler. Bu mağaranın duvarları başlarının üçyüz metre üzerinde zarif, sarmal kavislerle birleşmekteydi. Karşısında durdukları sütunsa üzerindeki yüzlerce metre kalınlığındaki kaya yığınlarının ağırlığını kaldıramayacak kadar ince gibi görünmekteydi. Alvin biraz daha yakından bakınca bu sütunun mağaranın doğal bir parçası olmayıp tam tersine çok daha sonra yapılmış olduğunu anladı. Rorden de aym sonuca varmış, konuşmaya başlamıştı bile:

— Bu sütun bizi aşağıya indiren şafta kılıf görevi görsün diye yapılmış. Yürüyen yollar konusunda haklıydık. Hepsi de burada birleşiyor.

Mağarayı çepeçevre delip geçen büyük tünellere önce pek üzerlerinde durmadan bakmış olan Alvin, Rorden’in bu sözleri üzerine daha dikkatle bakınca başlarının üzerinde yumuşak meyillerle yükselen bu tünellerin yürüyen yolların bildik gri yüzeyinden başka bir şey olmadıklarım anladı. Diaspar’ın tüm trafik yükünü çeken o harikulade ulaşım sistemi burada, kentin kalbinin çok altında toplanıyordu ama bu yollara can veren garip madde donup kalmış olduğu için bu yollar büyük ana yolların cansız uzantılarından başka bir şey değildi.

Bu tünellerin en yakın olanına doğru ilerlemeye başlayan Alvin birkaç adım attıktan sonra ayaklarının altındaki döşemeye bir şeyler olmaya başladığım hissetti. Döşeme şeffaflaşmaktaydı. Birkaç adım daha attıktan sonra görünür hiçbir destek olmadığı halde havada durduğunu gördü. Durup aşağıya, altındaki boşluğa baktıktan sonra seslendi.

— Rorden, gelin. Gelin de şuna bir bakın!

Rorden de yanına gelince beraberce ayaklarının altındaki harikaya bakmaya başladılar. Belirsiz bir derinlikte, ancak seçilebilen muazzam bir harita yatmaktaydı. Ana şaftın altındaki bir noktaya doğru uzanan sonsuz bu hatlar ağı. Bu ağ ilk bakışta karmaşık, içinden çıkılmaz bir labirent gibi görünmekteydi ama Alvin bir süre sonra ana hatlarını kavramaya muvaffak oldu. Ama ne vardı ki Kayıtlar Muhafızı incelemesini her zamanki gibi daha Alvin araştırmasına başlamadan önce bitirmiş, daha Alvin ne diyeceğini düşünürken çoktan konuşmaya başlamıştı bile:

— Bir zamanlar bu döşeme herhalde tümüyle şeffaftı. Bu mağara kapatılıp da şaft inşa edildiği zaman mühendisler merkezini şeffaf yapmış olmalılar. Bunun neyin merkezi olduğunu anlıyor musun?

— Anladığımı sanıyorum. Ulaşım sisteminin haritası bu. Şu küçük daireler de yeryüzündeki öbür kentler olmalı. Şimdi bu dairelerimin yanında kentlerin isimlerini de görebiliyorum ama çok silik oldukları için okuyamıyorum.

Mağaranın duvarlarına doğru bakmaya başlamış olan Rorden dalgın bir tavırla konuştu:

— Bir zamanlar bir tür iç aydınlatma sistemi olmuş olmalı burada.

Alvin kuvvetle’ yanıtladı:

— Ben de öyle düşünmüştüm. Bir tek merkezden yıldız şeklinde yaydan bu hatların tümünün de nasıl küçük tünellere doğru gittiğini görüyor musunuz?

Alvin yürüyen yolların büyük, kemerli tavanlarının yanında mağaradan dışarıya çıkan sayısız daha küçük tünel, yukarıya doğru çıkmak yerine aşağıya doğru meyillenen sayısız küçük tünel olduğunu görmüştü.

Rorden Alvin’i duymamış gibi devam etti:

— Harikulade bir sistemdi bu. Halk yürüyen yollarla gelip, gitmek istediği yeri seçiyor, sonra da haritadaki hattı, seçtiği yere giden hattı izliyordu.

— O zaman ne oluyordu peki?

Her zaman olduğu gibi Rorden bu kez de varsayımda bulunmaktan kaçındı:

— Bilmiyorum. Bu konuda yeterli bilgi sahibi değilim.

Soma konuyu birdenbire değiştirdi.

— Bu kentlerin isimlerini okuyabilmek için neler vermezdim.

Alvin Rorden’in yanından uzaklaşmış, ana sütunun çevresini dolanmaktaydı. Rorden, Alvin’in bu sütunun arkasından biraz boğuk, mağaranın duvarlarında yankılanan bir sesle seslendiğini duydu ama ancak seçilebilen harf gruplarından birini hemen hemen sökmüş olduğu için yerinden kımıldamayıp sormakla yetindi:

— Ne var?

Alvin yanıt vermek yerine üstelediği için Rorden sonunda istemeyerek de olsa yanına gitmek zorunda kaldı. Çok aşağılarında büyük haritanın öbür yarısı uzanıyor; hatlarının ördüğü soluk, ancak seçilebilen ağı bir yıldız şeklinde pusulanın kertelerine doğru uzanıyordu. Ancak bu kez hatlarından biri, sadece bir teki pırıl pırıl aydınlatılmış olduğundan, bir kısmı diğer yarısı gibi karanlıkta kalırken, bu hattan yayılan ışığını vurduğu kısmı aydınlıktaydı ve açıkça görülebilmekteydi. Aşağıya doğru inen tünellerden birine ışıklar saçan bir ok gibi uzanan bu hattın sistemin geri kalan kısmıyla ilişkisi yokmuş gibi görünmekteydi. Hat sonuna doğru altın rengi ışıklar saçan bir daireyi bir ok gibi bir yanından diğerine delip geçmekte ve bu dairenin karşısında da tek bir sözcük, Lys sözcüğü bulunmaktaydı. Bu sözcüğün dışında da hiçbir şey yoktu.

Alvin’le Rorden bu sessiz simgeye uzun bir süre sessizce baktılar. Bu simge Rorden için makinelerine soracağı yeni bir sorudan öte bir şey değilken, Alvin için sınırsız bir vaaddi. Bu büyük mağaranın, daha doğrusu muazzam garın eski halini getirmeye çalıştı gözlerinin önüne. Hava ulaşımının sona erdiği ama yeryüzündeki kentlerin birbirleriyle olan bağlantısının hâlâ devam ettiği zamanlardaki halini canlandırmaya çalıştı gözlerinin önünde. Aradan geçen milyonlarca yılı, kentler arasındaki bağlantının giderek azaldığı, büyük haritadaki ışıkların giderek söndüğü, sonunda bu tek ışıktan, bu tek hattan başka bir şey kalmayıncaya kadar bir bir söndüğü milyonlar, milyonlarca yılı düşündü. Bu tüm hatları sönmüş haritanın üzerindeki bu son ışığın ne zamandan beri tek başına parladığını, ne zamandan beri ayak seslerini, artık hiç duyulmayan ayak seslerini duymayı, bu sesleri çıkaracak ayaklara kılavuzluk etmeyi beklediğini, umutla sabırla beklediğini sordu kendine. Yarlan Zey’in yürüyen yollan ne zaman kapayıp Diaspar’ın kapılarını dış dünyaya ne zaman sonsuza dek örtmüş olduğunu sordu kendi kendine.

Bunlar milyonlarca yüz milyonlarca yıl önce olmuştu. Lys’in Diaspar’la olan bağlantısı daha o zamanlar, milyonlarca, yüz milyonlarca yıl önce kesilmiş olmalıydı ve Lys’in hâlâ var, hâlâ yaşamakta olması olanaksız gibi görünmekteydi. Belki de bu haritanın artık hiç, ama hiçbir anlamı kalmamıştı.

Alvin’i daldığı düşten Rorden uyandırdı sonunda. Biraz huzursuz hemen hemen sinirli bir hali vardı:

— Dönüş zamanı geldi. Şu an için daha ileriye gitmemeliyiz.

Dostunun pes perdeden sesinin altında yatanı anlayan Alvin karşı çıkmadı. Daha ileriye gitmeyi istiyordu ama daha ileriye gitmek için daha iyi hazırlanması gerektiğini bunun aksine davranmanın tedbirsizlik olacağını anlıyordu. İsteksizce merkez sütuna doğru dönüp yürümeye başladı. Alvin merkez sütuna, şaftın ağzına doğru ilerlerken ayaklarının altındaki döşemenin şeffaflığı gitgide bulanmaya, gitgide kararmaya başladı. Taa çok aşağısındaki ışıklı muamma ağır ağır silinip sonunda tamamen gözden kayboluncaya dek…

Загрузка...