BÜYÜK salonda bir ölüm sessizliği hüküm sürmekteydi. Alvin büyük masanın çevresine sıralanmış olan Konsey üyelerinin yüzlerine çabucak bir göz gezdirdi. Çoğu gözlerini zikir getirir gibi Rorden’e dikmiş, koltuklarında taş kesilmişti. Rorden’in anlattıkları, öyküyü daha önce bölüm bölüm dinlemiş olan Alvin’e bile, yeniden büyük bir trajedinin umutsuz heyecanını yaşatmaktaydı. Rorden’in Alvin’i bile bu kadar heyecanlandıran açıklamalarının yarattığı şokun Konsey üyelerini ölümüne sarsıp sarsıp heykele çevirmiş olması da doğaldı.
Rorden şimdi daha sakin, daha pes perdeden bir sesle, imparatorluğun son günlerini anlatmaktaydı. Alvin eğer seçmek elinde olsaydı, bu çağda doğmuş, bu çağda yaşamış olmayı isteyeceğini düşündü. Çünkü bu çağda, serüvenle cesaret, yılmaz, muhteşem bir cesaret, at başı hüküm sürmekteydi, Çünkü bu çağda cesaret, felaketin göbeğinden bile zaferi çekip çıkarabilecek yılmaz, muhteşem bir cesaret egemendi,
Galaksinin kuduz beyin tarafından kasılıp kavurulmuş çırılçıplak bırakılmış olmasına rağmen, imparatorluğun kaynaklan hâlâ muazzam, ruhu hâlâ ayakta, iradesi hâlâ dimdikti. Şimdi ancak hayranlık duyabileceğimiz bir cesaretle, büyük denemeye kaldığı yerden tekrar başlanmış ve felakete sebep olan hata araştırılmaya başlanmıştı. Kuşkusuz artık pek çok kişi bu denemelere karşı çıkıyor, bu çalışmalar devam ederse başlarına daha birçok felaketin geleceğini iddia ediyordu ama bunlar susturulmuş, etkisiz bırakılmışlardı. Böylece proje ilerlemiş ve o kadar acı bir şekilde kazanılmış bilginin yardımıyla, bu sefer başarıya ulaşmıştı.
Yeni doğan modelin ölçülmesi bile imkânsız bir beyin gücü, akıl almaz bir bilgi dağarcığı vardı ama bu tümüyle çocukça bir güçtü. Yaratıcılarının bu sonucu bekleyip beklemediklerini bilmiyoruz ama bunun kaçınılmaz olduğunu biliyorlarmış gibi görünüyor. Bu modelin olgunluğa erişmesi için milyonlarca yılın geçmesi gerekecekti ve bu süreci hızlandırmak için hiçbir şey yapılamazdı. Vanamonde bu modellerin ilkiydi. Galaksinin başka taraflarında başka Vanamonde’lar da olmalı ama Vanamonde şimdiye kadar benzerlerinden birisiyle karşılaşmadığı için, biz sayılarının fazla olmadığına, sadece birkaç tane Vanamonde yaratılmış olduğuna inanıyoruz.
Tarafsız beyinlerin yaratılışı Galaktik uygarlığın en büyük becerisiydi ve insanoğlu bu beceride çok büyük ve belki de egemen bir rol oynamıştı ama tuttuğu yer sözünü bile etmeye değmeyecek kadar önemsiz olduğundan, Yer Yuvarlağına hiç değinmedim. Gezegenimiz en atılımcı, en serüven düşkünü ruhlarını daima inkâr edegelmiş, bağrından daima uzaklaştırmış olduğundan, sonunda kaçınılmaz bir şekilde tutuculaşmış ve işi en sonunda, Vanamonde’ı yaratan bilim adamlarına karşı koymaya kadar götürmüştü. Öyle ki, gezegenimizin son sahnede hiçbir rol oynamadığına hiç kuşku yok.
İmparatorluk artık işlevini tamamlamıştı. O dönemin insanları çevrelerine, o korkunç, umutsuz tehlike içindeyken istemeden mahvetmiş oldukları yıldızlara bakıp, beklenebilecek olan karan aldılar. Kabuklarına çekilecek, evreni de Vanamonde’a terk edeceklerdi.
İmparatorluk o evrede, evren yayının çevresinin çok ötesindeki, çok büyük, çok yabancı bir uygarlıkla temasa doğru ilk adımları yeni yeni atmaya başlamış olduğu için, bu verilmesi güç bir karar değildi. Eğer toplayabildiğimiz veriler doğruysa, bu uygarlık saf fiziki yönde, mümkün olabilecek olandan çok daha ileriye gitmişti. Gerçi doruk beyin sorununun birden fazla çözümü varmış gibi görünmekteydi ama biz bu konuda tahmin yürütmekten başka bir şey yapabilecek durumda değiliz. Kesin olarak bildiğimiz tek şey, atalarımızla kardeş soyların, çok kısa bir süre sonra, şimdi izini süremediğimiz bir yolculuğa çıkmış oldukları. Gerçi Vanamonde’ın düşünce yetenekleri şu an için galaksinin sınırlarıyla kısıtlanmış gibi görünüyor ama biz Vanamonde’ın beyni aracılığıyla bu büyük serüvenin başlangıcını izleyebildik.
Eski şaşaasının sönük bir hayali, Galaksinin ağır ağır dönen çarkı boşlukta sarkıyor. Kuduz beynin eseri büyük, diş diş yırtıklar, kara, dipsiz yarıklar, yaralar, yaralar, yaralar, Galaksinin bir ucundan öbür ucuna kadar uzanıyor. Hava akımlarıyla sürüklenen yıldızlar, gelecek çağlarda bu yarıkları dolduracak, bu yaraları onaracaklar ama geçmişin kaybolmuş debdebesini hiçbir zaman geri getiremeyecekler.
İnsanoğlu bir zamanlar dünyasını terk etmiş olduğu gibi, şimdi de evreninden ayrılmak üzere. Sadece İnsanoğlu değil, İmparatorluğu oluşturmak için İnsanoğluyla elele vermiş, beraber çalışmış diğer bin soy da evrenden ayrılmak için, burada, Galaksinin sınırında toplanıyor. Aralarında Galaksinin tüm sonsuzluğu ve daha asırlar boyunca ulaşamayacakları hedefle burada, Galaksinin sınırında toplanıyor.
Uzun alev dili yıldızdan yıldıza atlıyor, yıldızlardan yıldızlara atlayarak evreni yalıyor. Saniyenin binde biri kadar bir süre içinde bin yıldız ölüyor. Galaksinin eksenini boylu boyunca, bir başından bir başına kadar diş diş dişleyip parçalamış, yarık yanık bırakmış olan donuk, bulanık, hayal meyal şekle enerjilerini akıtarak, bu akıl almaz boyutlarda azman, müthiş şekli, şimdi gayyaya sürülmüş, gayyanın dipsiz karanlıklarında yuvalanmış doymaz şekli enerjileriyle besleyip enerjileriyle doyurarak, enerjileriyle doyurup özleriyle beslemek için, saniyenin binde biri kadar bir süre içinde bin güneş ölüyor…
İmparatorluk artık evrenden ayrıldı. Kaderiyle başka bir yerde karşılaşmak için ayrıldı. Varisleri tarafsız beyinler tam boyutlarına ulaştıklarında, tam anlamıyla olgunlaştıklarında, Kuduz Beynin tekrar geri döneceğine inanıyoruz ama bu henüz çok uzaklarda bir gelecek olmalı.
Bu, galaktik uygarlığın ana hatlarıyla öyküsü. Çok önemli olduğunu sandığımız kendi tarihimize gelince, bu tarih henüz ayrıntılı bir tarzda inceleyemediğimiz gecikmiş bir bölümden daha fazla bir şey değil. Ayrıca daha eski, daha az maceracı ırkların birçoğu da dünyalarından ayrılmayı reddetmiş gibi gözüküyor ki bunların arasında direkt atalarımız da vardı.
Bu ırkların çoğu gerileme dönemine girip soyları sopları tükendi. Bizim dünyamıza gelince, aynı kaderi yaşamaktan kdı kılma kurtuldu. Gerçekte milyonlarca yd sürmüş olan geçiş dönemlerinde, geçmişle ilgili bilgiler yitiridi, ya da kasıtlı olarak yok edildi. Bu ikinci ihtimal daha olası gözüküyor. Çünkü biz İnsanoğlunun bu dönem süresinde hurufatçı bir barbarlık içine düştüğüne ve üzerinden hem güçsüzlük hem de başarısızlık duygusunu atmak için, tarihi değiştirip çarpıttığına inanmaktayız. İstilacılar efsanesinin bir uydurmadan, Shalmirane savaşının da bir masaldan başka bir şey olmadığına da hiç kuşku duymuyoruz, Shalmirane’in varlığı bir gerçek. Shalmirane’ın şimdiye dek üretilmiş en büyük silahlardan biri olduğu da bir gerçek ama bu silah zekası olmayan bir düşmana karşı kullanıldı. Eskiden Yer yuvarlağının tek bir dev uydusu vardı. Ay. Ay, Yer Yuvarlağının üzerine düşmeye başladığında ayı yok etmek için Shalmirane meydana getirildi ve ayın yok edilişi de hepinizin bildiği sayısız efsanenin uydurulmasına neden oldu.
Rorden durup biraz hüzünle gülümsedikten sonra devam etti:
— Henüz çözümlendirilmemiş başka paradokslar da var ama bunlar tarihçilerden ziyade ruh bilimcilerin sonuçlandırabileceği türden paradokslar. Kayıtlara gelince, benim kayıtlarıma, çok uzak geçmişteki tahrifatın izleri üzerlerinde hâlâ açıkça görülen benim kayıtlarıma bile yüzde yüz güvenilemez.
Gerileme döneminden sadece Diaspar’la Lys sağ salim çıktılar. Diaspar makinelerinin mükemmelliği, Lys’te kısmi tecridiyle sakinlerinin görülmemiş entellektüel gücü, müstesna yetenekleri sayesinde. Ama büyük, çok büyük bir çaba harcayarak eski uygarlık seviyelerine ulaştıklarında bile, her ikisinin de uygarlığı çarpık, kendilerine miras kalmış olan masallarla korkular yüzünden, çarpık, yoz uygarlıklardı artık.
Bu korkuların bize daha uzun süre musallat olmasına artık gerek yok. Artık bu korkulardan kurtulmalıyız. Geçmişi şimdiki zamana bağlayan tüm çağlar boyunca bu korkuları umursamayan ve Diaspar’la Lys arasında, zayıf da olsa bir bağı daima idame ettiren insanlar olduğunu artık bildiğimize göre, artık son engelleri de ortadan kaldırıp iki ırkı birleştirebilir, geleceğe doğru, bu gelecek neyi gösterirse göstersin, tek korkusuz bir ırk halinde ilerleyebiliriz.
Konuşurken Rorden’in yüzünde düşünceli bir ifade vardı.
— Yarlan Zey sağ olup da bu manzarayı görseydi ne derdi acaba? Kuşkusuz onaylamazdı.
Park büyük ölçüde değişmişti ve bu fazlasıyla kötüden betere doğru bir değişiklikti ama moloz yığınları temizlendiği zaman Lys’e giden yol hem açılmış, hem de artık herkese açık olacaktı.
Alvin yanıtladı.
— Bilmiyorum. Yürüyen yolları kapamış olmasına rağmen isteseydi pekâlâ yapabileceği gibi tahrip etmemiş olduğu için bilmiyorum. Bir gün parkla Lyndar’lı Alaiene’in gerisinde yatan öyküyü tümüyle öğrenmemiş gerek.
— Korkarım bu daha önemli sorunlar çözümleninceye kadar bekleyecek. Her ne olursa olsun ben Alaine’i oldukça iyi canlandırabiliyorum gözlerimin önünde. Bir zamanlar birçok ortak tarafımız olmuş olmalı.
Birkaç yüz metre boyunca sessizce, büyük kazının kenarını izleyerek ilerlediler. Yarlan Zey’in mezarı şimdi düzinelerle robotun var güçleriyle çalıştığı bir uçurumun hemen hemen dibinde asılı durmaktaydı.
Alvin birdenbire sessizliği bozdu.
— Aklıma gelmişken. Jeserac’ın Lys’te kaldığını biliyor muydunuz? Böyle bir şey herkesten beklenirdi de bir tek ondan beklenmezdi.
— Umulmadık taş, baş yararmış.
— Lys’i çok seviyor. Artık Diaspar’a dönmeyecek ve böylece de Konsey üyelerinden birinin yeri boş kalacak.
Rorden sanki bu konu üzerinde daha önce hiç düşünmemiş, bu boş yeri hiç umursamıyormuş gibi bir tavırla tekrarladı.
— Boş kalacak.
Daha kısa bir süre öncesine kadar aklının ucundan bile geçmeyen Konsey üyeliği, büyük bir olasılıkla, artık sadece zamana bağlı bir şeydi. En yaşlı üyelerden birçoğu, üzerlerine çığ gibi yığılmaya başlayan yeni sorunların altından kalkmaya muktedir olmadıklarını düşündükleri için, yakın bir gelecekte daha birçok üyenin de istifa etmesi, daha birkaç koltuğun da boşalması kaçınılmazdı.
Şimdi uzun ebedi ağaçlar bulvarından, mezara inen yamaca doğru ilerlemekteydiler. Bulvarın ucunu, Alvin’in bu tanıdık yere garip bir şekilde yabancı düşen gemisi kapamıştı.
Rorden sanki aklından geçenleri sezmiş gibi konuşmaya başladı:
— Esrarların en büyüğü hâlâ orada, karşımızda duruyor. Üstad kimdi? Bu gemiyle üç robotu nereden bulmuştu?
— Ben de kendime bunu soruyordum. Yedi Güneşlerden geldiğini ve yeryüzündeki uygarlık en düşük seviyesinde iken Yedi Güneşlerde oldukça ileri bir kültürün olabileceğini biliyoruz. Hatta eminiz. Gemiye gelince, İmparatorluğun ürünü olduğu açık. Ben Üstadın kendi ırkından kaçtığını sanıyorum. Üstadın belki de ırkının beğenmediği fikirleri vardı. Üstad bir filozoftu. Hem de milyonda bir rastlanan çapta bir filozof. Üstad atalarımızı dost ama hurafatçı bulup onları eğitmeye çalıştı ama atalarımız onu yanlış anlayıp, öğretilerini çarpıttılar. Büyüklerse İmparatorluk ileri gelenlerinden başkaları değildi. Ne var ki, terk ettikleri yer, Yer Yuvarlağı değil de, evrendi. Bilinen evrenin kendisiydi. Üstadın çömezleri bunu anlamadılar. Ya da buna inanmadılar ve tüm esatir ve örflerini, bu yanlış anlayış, yanlış değerlendiriş üzerine oturttular. Bir gün Üstadın yaşamını etraflıca araştırıp, geçmişini niçin gizlemeye çalışmış olduğunu öğrenmek niyetindeyim. Çok ilginç bir öyküyle karşılaşacağıma da hiç kuşkum yok.
Rorden konuşmaya başladığında gemiye girmekteydiler.
— Üstada borcumuzu ne yapsak ödeyemeyiz. Eğer o olmasaydı, geçmişle ilgili gerçeği hiçbir zaman öğrenemeyecektik.
— Vanamonde bizi er veya geç bulmuş olacağı için ben bundan o kadar emin değilim. Ayrıca Yer Yuvarlağında başka gemilerin de gizlenmiş olabileceğini sanıyor ve bir gün onları da bulacağıma inanıyorum.
Kent şimdi insan eseri olduğu anlaşılamayacak kadar uzaktaydı ve yavaş yavaş gezegenin kavisini seçmeye başlamaktaydılar. Kısa bir süre sonra da, alaca karanlığın çizgisini görebilmeye başlayacaklardı. Binlerce mil ötede yürüyen, çölün üzerinde hiçbir zaman yorulmayan adımlarla ilerleyen alaca karanlığın çizgisini. Üzerleriyle çevreleri yıldızlarla kaplıydı. Yitirdikleri tüm ışığa karşın yine de parlak yıldızlarla.
Rorden uzun bir süre boyunca, daha önce hiç görmemiş olduğu viran, üzerinden kuş uçmaz kervan geçmez manzarayı seyretti. Yer Yuvarlağının güzelliğini ihmalleri yüzünden ölüme sürüklemiş olan geçmiş çağlardaki insanları gitgide daha küçük görüyor, atalarına karşı içinde gitgide daha büyük bir öfke kabarıyordu. Sonra, uzun bir süre sonra, eğer büyük şekil değiştirme fabrikaları hâlâ duruyorsa ve eğer Alvin’in rüyalarından birisi daha gerçekleşirse, okyanusların kuru yataklarının tekrar sularla dolması için aradan pek de uzun asırların geçmesi gerekmeyeceğini düşünerek, yavaş yavaş teselli buldu.
Gelecek yıllarda yapılması gereken o kadar çok şey vardı ki. Rorden şimdi iki çağ arasında bulunduğunu bilmekte, insanlığın nabzının tekrardan atmaya başlamış olduğunu hissetmekteydi. Üstesinden gelinmesi mutlaka gereken büyük sorunlar vardı ve Diaspar da bu sorunların tümünün altından kalkacak, tümünü çözümlendirecekti. Geçmişin grafiğinin tekrar çıkarılması asırlar alacaktı ama bu iş tamamlandığında da, insanoğlu kaybetmiş olduklarının tümünü tekrar ele geçirmiş olacaktı. Vanamonde’a gelince, Vanamonde ile ilgili koyu esrar perdesi daima bu çok uzak geçmişin arka planında duracak, kalkmayacaktı.
Eğer Calitrax haklıysa, Vanamonde daha şimdiden yaratıcılarının beklemiş olduğundan daha süratli bir şekilde gelişmişti. Lys filozofları Vanamonde ile gelecekte yapacakları ve icrasını katiyen başka hiç kimseye bırakmayacakları ortak çalışmalara, daha şimdiden başka hiç kimseye bırakmayacakları ortak çalışmalara, daha şimdiden hem büyük değer vermekte hem de sonsuz umutlar bağlamaktaydılar. Çocuksu süper beyine çok bağlanmışlardı ve o da karşılığını aynıyla vermekteydi. Lys filozofları Vanamonde’ın doğal gelişiminin gerektireceği süreyi belki perspektif kurallarına göre kısaltabileceklerine de inanmaktaydılar. Ama Rorden Vanamonde’ın asıl görevinin, nihai kaderinin, insanoğlunun içinde hiçbir rol almayacağı bir kader olduğunu biliyordu. Vanamonde ile Kuduz Beynin birbirleriyle birgün evrenin sonunda, yıldızların cesetleri arasında karşılaşmaları gerektiğini düşlemişti ve bu düşün gerçekleşeceğine, Vanamonde ile Kuduz Beynin birgün birbirleriyle evrenin sonunda, yıldızların cesetleri arasında karşılaşacaklarına, karşı karşıya gelip hesaplaşacaklarına inanıyordu.
Alvin konuşup düşlerini bozunca, başım seyir ekranından Alvin’e çevirdi.
— Şunu görmenizi istedim. Bir daha böyle bir şey görebilmenizden önce aradan asırlar geçebilir.
— Yer Yuvarlağını terk etmiyor musun?
— Terk etmiyorum. Galakside başka uygarlıklar varsa bile, bu uygarlıkların arayıp bulma zahmetine değeceğini sanmıyorum. Hem burada yapacak o kadar çok şey var ki…
Alvin aşağıya, aşağıdaki büyük çöllere baktı ama gözleri bu büyük çöller yerine, bin yıl sonra bu büyük çölleri doldurup bu kısır çöllerin yerini alacak suları, engin denizleri, sonsuz okyanusları gördü. İnsanoğlu dünyasını tekrar keşfetmişti ve bu dünyayı üzerinde yaşadığı sürece durmadan güzelleştirip, cennete çevirecekti. Ondan sonra da…
— Bu gemiyi Galaksinin dışına göndereceğim. İmparatorluk her nereye gittiyse, imparatorluğu bulmaya göndereceğim. İmparatorluğu bulmak, bulduktan sonra da izlemekle; izlemek, artık gözden kaybetmemekle görevlendireceğim. Bu araştırma asırlar sürebilir ama robotlar usanmak nedir, yorulmak nedir bilmediği için, bunun hiçbir önemi yok. Kuzenlerimiz bir gün mesajımızı muhakkak alıp, kendilerini burada, Yer Yuvarlağında beklediğimizi muhakkak öğrenecek, muhakkak geri dönecekler ve o mutlu gün geldiğinde de, o mutlu günde tekrar karşılaşıp tekrar birleştiğimizde de, kuzenlerimiz bu süre esnasında ne kadar yol almış, ne kadar derleyip ne kadar gelişmiş olurlarsa olsunlar, biz de onlar kadar gelişmiş, onlara kuşkusuz eşit olacağız.
Alvin kendisinin biçimlendirdiği ama kendisinin hiçbir zaman görmeyebileceği geleceğin derinliklerine dalarak sustu, insanoğlu dünyasını tekrar inşa ederken, bu gemi galaksiler arasındaki karanlığı aşıyor olup, gelecek iki bin yılın sonunda da geri dönmüş olacaktı. Bu geminin geri dönüşünü belki görecek, belki de görmeyecekti ama görmeyecek olsa bile bu mutluluğunu yine de gölgelemeyecekti.
Şimdi kutbun üzerindeydiler ve altlarındaki gezegen hemen hemen mükemmel bir yarım küre görünümündeydi. Alvin aşağıya, alaca karanlığın kuşağına bakarken, Yer Yuvarlağının zıt uçlarındaki gün doğumuyla gün batınımı hemen o anda, o aynı anda izlemekte olduğunu görüp, bu öylesine mükemmel, öylesine çarpıcı, öylesine soluk kesici simgeselliği artık yaşadığı sürece unutmayacağını, sonsuza dek anımsayacağını hissetti.
Bu evrenin üzerine gece, karanlık gece inmekte, gölgeler, derin gölgeler gitgide artık başka bir şafak, başka bir gün doğumu görmeyecek olan bir doğaya doğru uzanmaktaydılar ama başka evrenlerde yıldızlar hâlâ gençti. Başka evrenlere hâlâ sabah ışığı vuruyor, başka gezegenler hâlâ sabah ışıklarının aydınlığıyla ışıyordu, insanoğlu bir zamanlar izlemiş olduğu ışıklı yoldan bir gün yeniden yürümeye başlayacak, yeniden bir gezegenden diğerine, bir evrenden öbürüne geçmeye koyulacaktı.
— SON —