Onbirinci Bölüm

ÜZERİNDEKİ şaşkınlığı hâlâ silkip atamamış olan Alvin neler olup bittiğini, daha doğrusu nelerin olup bitmiş olması gerektiğini yavaş yavaş anlamaya başlamaktaydı. Robotu kendisine o kadar uzun zaman önce verilmiş olan emirlere itaatsizliğe zorlanamazdı ama bir kopyası, yok edilemez bellek bloğu yerinden çıkarılıp alındığı halde geriye kalan tüm bilgisine sahip bir ikizi yapılabilirdi. Gerçi bu güzel bir çözümdü ama beynini bu çözümü olası kılan güçler üzerinde daha uzun süre yorması da çok tehlikeliydi.

Alvin yanma gelmelerini emredince robotlar tek bir vücut gibi ilerlediler. Alvin, Rorden’in yararına o kadar çok kez yapmış olduğu gibi yine sözcüklere başvurarak bir kez daha aynı soruyu, değişik değişik şekillerde birçok kez sormuş olduğu aynı soruyu sordu.

— İlk efendinizin Shalmirane’a nasıl geldiğini söyleyebilir misiniz bana?

Rorden beyninin yanıtlan, şimdiye dek kırıntısını bile yakalamaya muvaffak olamadığı sessiz yanıtlan hiç olmazsa bu kez kapabilmesini dilemekteydi ama Alvin’in yüzüne yayılan memnun gülüş beklentisine yeterli bir cevap olduğundan, bu sefer buna artık hiç gerek yoktu.

Alvin muzaffer bir tavırla bakarak konuştu:

— Bir mimara hâlâ eski havayı çalıyor ama iki numara konuşmaya istekli.

Rorden her zamanki gibi pratik düşündüğü için acele etmek yanlısı değildi.

— Sorgulamaya başladığımızda Birleştiricilerle Kaydedicilere gereksinme duyacağız. Bu bakımdan sorulara Diaspar’a döndükten sonra başlamamızın daha uygun olacağı kanısındayım.

Alvin içini kemiren sabırsızlığa rağmen bunun çok yerinde bir öğüt olduğunu yine de kabul edip, hiç olmazsa bir an önce yola çıkmak için hemen döndü ama Rorden hiç de acele etmemekte, tersine sakin sakin gülümsemekteydi.

— Yapmayı unuttuğun bir şey yok mu dersin?

Alvin çevresini araştırınca çeviricinin ekranında hâlâ LÜTFEN DENETLEYİP İMZALAYIN yazısının durup, üzerinde de hâlâ kırmızı ışığın yandığını gördü.

Çeviricinin yanma gidip üzerine ışık yanan paneli inceledi. Panelin içine hemen hemen görünmez bir maddeden yapılmış bir cam yerleştirilmişti ve bu cam, içinden dikeylemesine geçen bir dolmakalemi tutmaktaydı. Dolmakalemin ucu üzerinde birçok imza ve tarih görülen beyaz bir levhanın üstünde durmaktaydı. Bunlardan sonuncusu hemen hemen elli bin yıl önceki bir tarihti. İsme gelince bu yakın zamanlardaki bir Konsey başkanının adıydı. Bu adın üstündeki isimlerden ancak iki tanesi okunabilmekte ve bunların her ikisi de ne Alvin’e ne de Rorden’e hiçbir şey anımsatmamaktaydılar ama biri yirmi üç, diğeri elli yedi milyon yıl önce yazılmış olduğu için de bunda şaşılacak bir taraf da yoktu.

Alvin bu imzalama adedinin hangi amaca hizmet ettiğini anlayamamakla beraber, bu yapıları inşa etmiş olanların beyinlerinin derinliklerine inmeye, beyinlerini iskandil etmeye imkân olmadığım bildiği için üstünde durmadı. Dolmakalemi kavrayıp düş görüyormuş gibi bir duyguyla adını yazmaya başladı. Duvar yatay planda iken bir sabun köpüğünden daha fazla bir mukavemet göstermediği için dolmakalem bu yönde büyük bir kolaylıkla hareket etmekteydi. Ama dolmakalemi dikey yönde hareket ettirebilmek imkânsızdı. Bunu deneyle, tüm gücüyle denediği halde yine de başaramadığı için bilmekteydi.

Özenle tarihi de atıp dolmakalemi bıraktı. Dolmakalem levhanın üzerinde ağır ağır geriye gidip başlangıç noktasına döndü ve panelin ışığı sönüp, panel gözden kayboldu.

Çeviriciden uzaklaşırken seleflerinin buraya niçin gelmiş olduklarını, çeviriciden ne dilemiş olduklarım sormaktaydı kendi kendine. Gelecek milyonlarca yıl boyunca haleflerinin de bu panelin içine bakıp «Alvin Loronei kimdi?» diye soracaklarına kuşku yoktu. Yoksa, yoksa sormayacak mıydılar? Yoksa, yoksa ağızlarından soru yerine şu nida mı çıkacaktı. «Bak! Alvin’in imzası!» Bunları düşündü ama içinde bulunduğu ruh halini açıkça gösteren bu düşünceleri dostuna açıklamaktan kaçındı.

Geçidin girişinde durup geriye, mağaraya baktılar ve yanıltıcı görünümün etkisi bu kez ilk seferindekinden de daha çarpıcı oldu. Ayaklarının altında garip, beyaz yapılarla kaplı ölü bir kent uzanmaktaydı. İnsanoğlunun gözlerini körelten acımasız bir ışığın ağarttığı, dalgaların yıkadığı bir kemik gibi gitgide beyazlaştırdığı ölü bir kent. Gerçi bu kent ölü doğmuş, hiç yaşamamıştı ama, Diaspar gelip geçtiğinde bu robotlar hâlâ orada olacak, büyük adamların kendilerine asırlarca önce aşılamış olduğu konular üzerinde düşünmeye hâlâ devam edeceklerdi.

Diaspar’ın güneşe boğulmuş ama makine kentin göz kamaştıran ışığından sonra solgun, donuk gelen bulvarlarından geri dönerlerken pek az konuştular. İkisi de kendi düşüncelerine dalmıştı. İkisi de kısa bir süre sonra elde edecekleri bilgileri ne yolda kullanacaklarını düşünmekteydiler ve ne yanlarından geçtikleri kulelerin güzelliğinin, ne de kentlilerin meraklı bakışlarının farkında bile değildiler.

Bütün yollar sonunda nasıl Roma’ya çıkarsa, şimdiye dek görüp geçirmiş olduğu her şey de onu sonunda bu noktaya getirmişti. Alvin insanın kendi kaderini kendisinin çizdiğini çok iyi bilmekteydi. Bununla beraber olaylar onu ta Rorden’le ilk karşılaştığı andan itibaren otomatik bir şekilde sanki önceden kararlaştırılmış bir hedefe doğru sürüklemişlerdi ve şimdi etraflıca düşününce bu ona oldukça garip gelmekteydi. Alaine’in mesajı, Lys, Shalmirane, ölü kent. Bu evreleri görmeyebilir, ya da gördüğü halde görmezden gelebilirdi ama bir şey ona hem hepsini göstermiş, hem de onu durmadan ileriye, daha ileriye doğru sürüklemişti. Nerdeyse kaderin gözdesi olduğunu iddia edecekti ama izlemiş olduğu yolu herkes bulabileceği ve geçmiş çağlarda da başkaları bu yolu sayısız kez izlemiş, bu yolda en az onun kadar ilerlemiş olduğu için, kül yutmaz mantığı kaderin gözdeliği fikrine yine de itibar etmemekte ve Alvin kendisini sadece ve sadece talihin yüzüne güldüğü kimse addetmekteydi. Bahtı yaver giden ilk kimse!

Rorden’in odasından içeri girerlerken bu sözcükler kulaklarında alay edercesine çınlamaktaydı. Garip, Alvin’in daha önce hiç görmemiş olduğu kadar garip giyimli, ellerini karnı üzerinde kavuşturmuş bir adam, sakin, sabırlı bir tavırla onları beklemekteydi. Adam Rorden’e soruşturan bir bakışla bakınca Rorden’in yüzü hemen o anda kireç gibi bembeyaz kesildi ve Alvin de ziyaretçinin kim olduğunu anladı.

Ziyaretçileri ayağa kalkıp hafifçe öne eğilerek soğuk resmi bir selam verdi. Sonra da tek bir söz bile etmeden küçük bir silindir uzattı. Rorden bu silindiri kazık kesmiş gibi bir tavırla alıp üzerindeki mührü tutuk hareketlerle kopardı. Silindirin içinden çıkan yazılı mesaj, artık milyonda bir rastlanan yazdı mesaj bu sessiz uzatışla daha da sessiz alıştaki vurguyu iki kat ağırlaştırmakta, iki kat etkin kılmaktaydı. Rorden mesajı okuduktan sonra hafifçe öne doğru eğilip selam vererek iade etti ve Alvin duyduğu endişeye rağmen bu şatafatlı teşrifat karşısında gülmekten kendini yine de alamadı.

Konuşmaya başladığı zaman sesinin eskisi gibi normal çıktığına bakılırsa, Rorden kendini çabucak toparlamış olmalıydı.

— Konsey bizimle biraz konuşmak istiyor. Hem de hemen şimdi. Üzgünüm. Gerçekten üzgünüm.

Bunu Alvin de tahmin etmişti ama ortalığın beklediğinden daha önce, hem de çok daha önce karışacağını ummamıştı. Bununla beraber artık Konseyden korkmuyordu. Konsey artık ona vızgelir tırıs giderdi. Bunları düşününce gözleri elinde olmadan robotlara kaydı.

Rorden Alvin’in aklından geçenleri okumuş gibi kesin bir tavırla konuştu.

— Robotları burada bırakman gerekecek.

Gözleri karşılaşıp çarpıştı, şimşekler saçtı. Sonra Alvin haberciye dönüp dudaklarını ısırarak konuştu.

— Pekâlâ!

Konsey salonuna giderlerken ağızlarını bıçak açmıyordu. Alvin daha yıllar boyunca gereksinme duymayacağını sandığı için üzerlerinde şimdiye değin inceden inceye durmamış olduğu savların şimdi aceleyle gözden geçirip, aceleyle mantıki bir düzene koymaya çalışmaktaydı. Tasa duymaktan çok canı sıkılmakta, bu kadar hazırlıksız yakalandığı, ancak yumurta gelip de kapıya dayandığı zaman uyandığı için de asıl kendine kızmaktaydı.

Bekleme odasında ancak birkaç dakika bekletildiler. Bununla beraber bu birkaç dakika Alvin’in kendi kendine eğer gerçekten de korkmuyorsa dizlerinin neden böyle titrediğini sormasına yetti de arttı bile. Sonra büyük kapılar ağır ağır iki yana açıldı ve Rorden’le Alvin masalarının çevresinde toplanmış yirmi Konsey üyesine doğru ilerlediler.

Bu Alvin’in yaşamındaki ilk Konsey toplantısıydı ve tüm koltukların dolu, tüm üyelerin mevcut olduğunu görünce bundan biraz gurur duydu. Sonra masanın çevresinde sıralananlar arasında Jeserac’ı da görüp, onun da Konsey üyesi olduğunu anladı. Alvin’in hayret dolu bakışları karşısında yaşlı adam koltuğunda huzursuzca kımıldayıp, vücudunun ağırlığım bir yandan öbürüne aktardı ve Alvin’e kaçamak bir gülümseyişle gülümsedi. Sanki özür dileyen bu kaçamak gülümseyiş «benim bu işle hiçbir ilgim yok» der gibiydi. Diğer üyelere gelince, ikisi dışında hepsini tanımaktaydı.

Başkan konuşmaya başladı. Sesi sıcaktı, dostçaydı. Gerek bu sesteki dostluk, gerekse önündeki tanıdık yüzler nedeniyle kendine güvenini gitgide kazanmaya başlayan Alvin, bu güven arttıkça, Rorden’in de o denli tasalanmasını gitgide daha yersiz bulmaya başladı. Rorden ödleğin tekiydi. Gölgesinden bile ürken bir ödlekti. Ama yanılmaktaydı. Gerçi cesaret hiçbir zaman için Rorden’in en önde gelen niteliklerinden birisi olmamıştı ama Rorden o sırada kendisinden çok görevini düşündüğü için yanılmakta, dostuna kaşı büyük bir haksızlık yapmaktaydı. Tarih boyunca hiçbir Kayıtlar Muhafızı görevinden alınmamıştı ve Rorden’in o anda düşündüğü tek şey de görevinde kalmak, görevinden alınıp eşi menendi görülmemiş bir örnek oluşturmamaktı.

Alvin’in planlarından son birkaç dakikadan beri önemli bir değişiklik olmuştu. Büyük bir özenle hazırladığı süslü cümleleri bir yana bırakmış, tekrar tekrar prova ettiği tumturaklı söylevden tümüyle vazgeçmişti. Bunun nedeni de yardımına bir süreden beri müttefiklerin en kaypağının gelmiş olması, kendisine destek olmasıydı. En saygın durumları bile ciddiye almaşım çocukluğundan beri imkânsız kılmış olan o köklü istihza duygusu, müttefiklerin bu en güvenilmezi, bu anda da yanma gelmiş, kendisine destek olmaktaydı. Konsey her bin yılda bir kere toplanabilirdi. Diaspar’ın kaderini de elinde tutabilirdi ama karşısındakiler yine de yaşlı, yorgun insanlardan başka bir şey değildiler. Jeserac’ı yakından tanıyan Alvin diğerlerinin de ondan pek farklı olacağını sanmamakta ve üyelere karşı artık büyük bir acıma hissetmekteydi. Birdenbire Seranis’in kendisine Lys’te söylemiş olduklarını anımsadı.

«Bizler ölümsüzlüğümüzden asırlarca önce vazgeçtik ama Diaspar hâlâ bu aldatıcı düşü izliyor.»

Karşısındaki tükenmiş, püf dese uçacakmış gibi görünen insanlar gerçekten hâlâ bu düşü izlemekteydiler ve Alvin bu sahte düşün onlara mutluluk getirmiş olduğuna artık hiç mi hiç inanmamaktaydı.

Ama başkanın daveti üzerine Lys’e yaptığı yolculuğu anlatmaya başladığında, yüzünde bu düşüncelerden en ufak bir iz bile yoktu. Şimdi konuşmakta olan bilgi uğrunda ölümü bile göze alabilecek olan Alvin değil de, gökten zembille indirilmiş bir melaike, masum bir çocuktu. Bu masum çocuğun tesadüfen bir şey bulduğu, tesadüfen bulduğu bu şeyi de pek önemsiz, sözünü bile etmeye değmez bulduğu, katiyen ve asla herhangi bir plana göre hareket etmemiş, gizli bir amaç peşinde koşmamış olduğu söylediklerinden açıkça anlaşılmaktaydı. Bu masum çocuk, Diaspar’dan sadece doğal bir merak nedeniyle ayrıldığım, herkesin böyle bir şey yapabileceğini, göstermiş olduğu ustalıktan ötürü biraz da övgü bekliyormuş gibi oldukça bönce bir tavırla anlatırken ne Shalmirane’a ne de robotlara hiç mi hiç değinmemekteydi.

Bu oldukça tutarlı, inandırıcı bir öyküydü ve Jeserac’ın dışında kalan tüm üyeler bu öyküden olumlu bir tarzda etkilenmiş gibi görünmekteydiler. Jeserac’ın yüzündeyse rahatlamayla karışık bir inanmazlık okunmaktaydı. Rorden’e gelince, Alvin onun yüzüne bile bakmaya cesaret edememekteydi.

Konseyin durumu inceleyip değerlendirmesinden sonra başkan sözcükleri özenle seçerek kararı açıkladı:

— Yaptıklarınızı çok iyi bir nedenle yaptığınıza inanıyoruz. Bununla beraber, yaptıklarınız bizi oldukça güç bir duruma soktu. Acaba buluşunuzun tamamen tesadüflere bağlı olduğunu, sizi hiç kimsenin hiçbir şekilde etkilemediğini söyleyebilir miyiz?

Bu son sözleri söylerken gözleri Rorden’e kayıp soruştururcasına Rorden’in üzerinde kalmıştı.

Alvin düşünür gibi bir poz alıp bir süre bekledikten sonra ömründe son defa için muzip yaratılışının dürtüsüne uydu.

— Böyle bir iddiada bulunamam.

Konsey üyeleri birden pür dikkat kesildi. Yanında duran Rorden ağırlığını huzursuzca bir ayağından diğerine verdi. Alvin bir melek masumluğuyla gülümseyip, melekleri bile kıskandıracak bir saflıkla ekledi.

— Bulunamam. Çünkü ne biliyorsam hepsini aziz hocama borçluyum.

Bu hiç beklenmedik övgü, dikkatleri tamamen ters yöne çeviren övgü üzerine tüm gözler Jeserac’a döndü. Jeserac kıpkırmızı kesilip konuşmaya başladı, kekeledi, yutkundu ve salonda sıkıntılı, sonunda başkanın bozduğu bir sessizlik hüküm sürmeye başladı.

— Dürüstlüğünüze teşekkür ederiz. Biz kesin bir karar verinceye kadar bir yere ayrılmayın.

Rahatlayan Rorden bir balina gibi soludu ve bu soluk Alvin’in kulaklarına gelen son ses oldu. Sanki sağır olmuştu. Konseyin ateşli bir tartışmaya tutuşmuş olduğunu görüyor ama tek bir sözcük bile duymuyordu. Başlangıçta pek eğlenceli olan bu görünüm kısa bir süre içinde sıkıcı bir hal aldı. Öyle ki başkan tekrar konuşmaya başladığında Alvin büyük bir mutluluk duydu.

— Kayıtlar Muhafızının bize olanları daha önceden bildirmiş olması gerektiğini düşünmemize rağmen bunun aslında kimsenin sorumlu tutulamayacağı bedbaht bir kaza olduğu sonucuna vardık. Bunun yanı sıra bu tehlikeli buluşun yapılmış olmasının, bu bize tekrarını önlemek için gerekli önlemleri alma fırsatını verdiğinden, belki de daha iyi olduğunu düşünmekteyiz. Atasözünün dediği gibi her işte bir hayır vardır. Kısacası, bulduğunuz ulaşım sistemi hakkında gerekeni bizzat biz yapacağız ve siz de kayıtlarınızdan Lys’le ilgili tüm verileri sileceksiniz.

Rorden’e yönelik bu son sözlerini üyelerin, yüzlerinde memnun bir ifade beliren üyelerin alkışları izledi. Üyeler Rorden’i cezalandırmak zorunluğunda kalmak gibi güç, tatsız bir durumdan tereyağından kıl çeker gibi ustaca sıyrılmışlardı. Artık alınlarının akıyla görevlerinin, başına dönebilir, Diaspar’ı yönetmeye devam edebilirlerdi. Bahtları biraz yaver giderse de bir daha asla böyle tatsız bir durumla karşılaşmazlardı.

Alvin namına olduğu kadar kendi hesabına da şaşırmış olan Rorden bile sonuçtan memnundu. Durum çok daha fazla sarpa sarabilir, sonuç çok daha kötü olabilirdi.

Bir ses, daha önce hiç duymamış olduğu bir ses aynı anda hem Rorden’in hem de üyelerin damarlarındaki kanı dondurdu.

— Lys’e giden yolu kapamak hakkını kim verdi size?

Bu Alvin’in sesiydi ve Rorden bu sesi duyunca felaketin, bir süre ertelenmiş olan felaketin sonunda yine de gelip çattığını anladı.

Hilesinin başarısı Alvin’e sadece bir anlık bir mutluluk vermiş, sonra başkan kararı açıklayıp da Alvin planlarının tüm çabalarına rağmen boşa gittiğini anladıkça, bu mutluluk yok olup gitgide kabaran, katran gibi koyu bir öfke almaya başlamıştı. Lys’te Seranis de kendisine bir ültimatom vermişti ama zafer, tadı hâlâ damağında olan zafer yine de onda kalmıştı. Şimdi burada Diaspar’da da isyan bayrağım çekecek, ucunda ölüm bile olsa bu sarsak ihtiyarlara el mi yaman, bey mi yaman gösterecekti.

Bu kez yanında kendisine yardım edecek bir robot yoktu. Sonucun ne olacağım bilmiyordu. Bilmiyordu ama kendilerini Diaspar’ın hâkimleri sanan bu ahmak ihtiyarlardan yine de korkmuyordu. Kentin asıl hâkimlerini görmüş, konuşmuştu. Yer altına gömülü dünyalarının gözleri körleştiren ışığı altında, kulakları sağırlaştırıcı sessizliği içinde konuşmuştu. Alvin o ana dek bürünmüş olduğu kuzu postunu üzerinden atıp gerçek yüzünü gösterince, bön safdil Alvin’in yerine gerçek Alvin, şeytana bile külah giydirecek Alvin gözüküp konuşunca, sorusunu yineleyince, konsey üyeleri neye uğradıklarını anlamadılar.

— Evet. Lys’e giden yolu kapamak hakkını kim verdi size?

Konsey üyeleri pusulayı büsbütün şaşırmış, salonu derin, iğne düşse duyulur bir sessizlik kaplamıştı. Jeserac’a gelince bıyık altından gülümsemekteydi. Bu Alvin’i o da pek tanımamaktaydı ama bu Alvin ilk başta konuşmuş, olan Alvin kadar geri zekâlı değildi hiç olmazsa.

Başkan bu meydan okuyuşu önce duymazdan gelmeye çalıştı. Tonuyla vurgusundaki şiddete rağmen bunun masum bir sorudan daha fazla bir şey, bir hesap sorma olduğuna bir türlü inanamamakta, belki de inanmak istememekteydi.

Başka çıkar yol olmadığını görünce tumturaklı bir tavırla yanıtladı.

— Nedenlerini burada açıklamamıza imkân olmayan yüksek politika ile ulusal menfaatlerimizin…

İpin ucunu kaybettiği için bir süre duraksadı.

— Bununla beraber bu nedenlerden birisinin Diaspar’ı diğer kültürlerin zararlı etkileri dışında tutmak, yabancı uygarlıklarına kokuşmuşluğundan korumak olduğunu söyleyebilirim.

Bu sözlerden sonra Alvin’e hem babacan hem de biraz tasalı bir tavırla bakıp gülümsedi ama Alvin oralı bile olmayıp büsbütün soğuk bir tavırla karşılık verdi.

— İnanılır gibi değil. Lys’te de Diaspar için aynı şeyin, hem de tıpatıp aynı şeyin söylenmesi inanılır gibi değil.

Üyelerin yüzlerinin sıkıntıdan gitgide gölgelendiğini, sarktığını görmekten özel bir mutluluk duyup davranmalarına imkân vermeden devam etti.

— Lys Diaspar’dan çok daha büyük. Kültür düzeyi de Diaspar’ınkinden düşük değil. Hem de hiç değil. Lys varlığımızı bildiği halde varlığını açıklamadı. Dediğiniz gibi diğer kültürlerin zararlı etkisi dışında kalmak, yabancı uygarlıkların kokuşmuşluğundan korunmak için açıklamadı. Her iki taraf da aynı iddiayı ileri sürdüğüne göre her iki tarafın da yanıldığı açık değil mi?

Çevresine umutla baktı ama etrafındaki kapalı, somurtuk yüzlerde anlayışa benzer bir şey göremedi ve bu ölü balık gözlü, donuk, dünya yıkılsa kılları kıpırdamaz ihtiyarlara karşı duyduğu öfke birden doruğa ualşıp kalbi öyle bir çarpmaya, şakakları öyle bir atmaya başladı ki gözleri karardı ve bir an için düşüp bayılacağım sandı.

Öfkesini bastırıp tekrar konuşmaya başladığında sesi artık hem buz gibiydi hem de çok açık bir küçümsemeyle doluydu. Konsey üyelerinin en vurdumduymazının bile rahatça anlayabileceği bir küçümseme ile doluydu.

— Atalarımız yıldızlara kadar ulaşan bir imparatorluk kurmuşlardı. Atalarımız yıldızlara kapı komşularına gider gibi gidip gelmekteydiler ama bizler, torunları, kentimizin duvarları dışına çıkmaya bile cesaret edememekteyiz. Nedenini açıklamamı ister misiniz?

Kimseden bir ses çıkmayınca konuşmasını sürdürdü.

— Korktuğumuz için. Ta tarihimizin başlangıcında olan bir şeyden korktuğumuz için. Uzun süre öncesinden tahmin ettiğim bu gerçeği, İstilacıları, Lys’te öğrendim. Ama İstilacılar yüzünden Diaspar’da mı saklanacağız? Diaspar’ın dışında hiç, ama hiçbir şey olmadığını iddia ederek iflah olmaz ödlekler gibi ebediyen Diaspar’da mı kalacağız? İstilacılar bizi yarım milyon yıl önce gerisin geriye sürdüğü için, Yer Yuvarlağına sürdüğü için artık hep esir, hep mahkûm mu yaşayacağız?

Parmağını tam yaraya, tam da gizli korkuların üstüne basmıştı. Hiçbir zaman duymamış olduğu, duymadığı için de bir türlü anlayamadığı korkularına. Artık istedikleri gibi hareket edebilirler, Alvin’i ister asar, ister keserlerdi. Alvin’e gelince, hiç olmazsa içini dökmüştü. Son bir bağımsızlık hareketiyle başkana döndü.

— Artık gidebilir miyim?

Başkan gidebileceğini konuşmadan, başını hafifçe öne doğru sallayarak belirtti. Büyük kapılar Alvin’in önünde sessizce açılıp kapandı ve kapanmalarından çok, çok sonra da fırtına patlak verip, konsey salonunu allak bullak etti.

Başkan fırtınanın yatışmasını bekledikten soma Jeserac’a döndü:

— Bana önce sizin görüşünüzü almam gerekiyor gibi geliyor. Ne dersiniz?

Jecerac herhangi bir açık vermemek için iyice düşündükten sonra ağır ağır konuştu:

— Her şey yeterince açık değil mi? Alvin şimdi Yarlan Zey’in mezarına giden yolun yarısını almıştır bile. Hayır. Müdahale etmemeliyiz. Bana gelince, beni pek takmamasına rağmen onu kaybetmek bana yine de çok acı gelecek.

Hafifçe göğüs geçirdi.

— Benim için dünya bir yana, Alvin Loronei bir yanaydı çünkü.

Загрузка...