Onuncu Bölüm

ALVİN sözlerini sürdürdü:

— Artık açıkça anladığınız gibi emirlerimi, bu emirler ne kadar karmaşık olurlarsa olsunlar yerine getirecektir. Ama iş aslına ilişkin soruları yanıtlamaya gelince gördüğünüz gibi sus pus olup dilsiz kesiliyor.

Robot Baş Birleştiricinin üzerinde hareketsiz duruyor, kristal göz adeseleri gümüşî ışıkta mücevherler gibi parlıyordu. Bu Rorden’in şimdiye dek gördüğü tüm robotların hiç kuşkusuz en şaşırtıcısıydı. Rorden bu robotun İnsanoğlunun eseri olmadığına artık hemen hemen emindi ve Üstadın anısının hâlâ yaşamakta olmasını da kişiliğinden çok böyle ölümsüz hizmetkârlara sahip olmuş olmasına vermekteydi.

Alvin’in dönüşü o kadar çok sorun doğurmuştu ki, çözümlemeye çalışmak bir yana, bu sorunları hatırına bile getirmekten kaçınmaktaydı. Lys’in varlığını, bunun tüm sonuçlarıyla birlikte kabullenmek ona bile o kadar zor gelirken, Diaspar buna nasıl bir tepki gösterecekti acaba? Büyük bir olasılıkla kentin uyuşukluğu ilk şoku bir tampon gibi hafifletecekti. Kentin tüm sakinlerinin yeryüzünde artık yalnız olmadıklarım iyice anlayıp bu gerçeği iyice sindirmeleri ise yıllar sürecek, bu gerçekten sonuçlarına geçip sonuçları üzerinde düşünmeye başlamaları ise asırlar, asırlar alacaktı.

Ama eğer Alvin hemen dizginlenmez de kendi başına buyruk bırakılırsa olaylar hiç de böyle sürüncemede kalmayıp, tam tersine süratle, hem de başdöndürücü bir süratle gelişeceklerdi. Bu nedenlerden ötürü Rorden zaman zaman Seranis’in uğradığı başarısızlığa üzülmekten, Seranis yenilmeyip de galip gelmiş olsaydı, herşeyin nasıl da kendiliğinden hallolmuş olacağını düşünmekten kendini alamamaktaydı. Kısacası durum acil, köklü bir çözüm gerektiriyor, Rorden de tüm yaşamında ikinci kez için hangi hareket tarzının doğru olacağına bir türlü karar veremiyordu. Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyordu. Ayrıca Alvin’in daha kaç, ama kaç kez buna benzer bilmecelerle çıkagelip ortalığı allak bullak edeceğini merak ediyor, bu düşünce acı acı gülümsemesine neden oluyordu. Ne yaparsa yapsın Alvin’in yine de kendi bildiğini okuyacağına kesinkes emin olduğu için uykuları kaçıyor, gündüzleri de yüzünde sık sık acı bir gülümseme beliriyordu.

Gerçeği Alvin’in ailesinin dışında on, oniki kişi bilmekteydi. Artık ortak çok az şeyi olduğu, çoğu zaman haftalarca görmediği ailesi hâlâ Alvin’in çok uzaklara değil de, sadece ve sadece kentin varoşlarında bir yere gitmiş olduğunu düşünüyormuş gibi görünmekteydi. Duruma sert bir tepki gösteren tek kişi Jeserac olmuş, ilk şoku atlattıktan soma Rorden’le sert bir tartışmaya girişip sözlerini esirgememişti. Bunun sonucunda da Rorden’le Jeserac birbirlerine küsmüşlerdi. Böyle bir şeyin olacağını uzun zaman öncesinden kestirmiş olan Alvin’e gelince, bu dargınlığın ayrıntılarım tahmin edebiliyordu ama kahramanlardan hiç biri de konuyu kendisine açmadığı, daha doğrusu fikrini almaya tenezzül etmediği için, her ikisine karşı da kırgınlık duyuyordu.

Diaspar’ın gerçeği hazmetmek için bol bol zamanı vardı ve işin aslına bakılırsa da Alvin’in de robotundan başka bir şeyi düşünecek hali yoktu. Shalmirane’da dinlediği öykünün daha büyük bir öykünün küçük bir bölümünden başka bir şey olmadığına inanıyor, bu inancını artık Rorden de paylaşıyordu. Ama Rorden Büyüklerin dünya yüzünde dalgalanıp duran sayısız dini hurafenin herhangi birinden başka bir şey olmadığına, gerçeği ise sadece ve sadece robotun bildiğine inanmaktaydı. Ancak ne var ki milyonlarca asır sürmüş olan soruşturmalara şimdiye dek başarıyla karşı koymuş, ser verip sır vermemiş olan robot şimdi de onlara meydan okumakta, gizlediği sırları açığa vurmaya katiyen yanaşmamaktaydı. Sonunda bir gün, Rorden daha fazla dayanamayıp patladı:

— Asıl sorun dünyada artık bir tek mühendisin bile kalmamış olması.

Alvin ne dediğini anlamamıştı. Kayıtlar Muhafızıyla uzun süredir beraber çalışmasının sözlüğünü çok zenginleştirmiş olmasma rağmen yine de anlamını hâlâ bdmediği mdyonlarca nuhu nebiden kalma sözcük bulunduğu için, Rorden’in ne demek istediğini yine de anlamamış, şaşırıp kalmıştı.

Alvin’in yüzüne bön bön bakmaya devam ettiğini gören Rorden açıkladı:

— Mühendisler makinelerin planlarını çizip makineleri yapan kimselerdi. Bizlerin robotsuz bir çağ düşlememiz artık olanaksız ama şimdi gördüğümüz tüm makinelerin, tüm robotların şu veya bu çağda bir bir bulunup tek tek yapılması gerekti. İnsanoğlunun da bu makinelerle robotlara taa Baş Robotlar yapılıncaya değin birer çocukmuş gibi bakması, üzerlerine titremesi gerekti. Sonra robotlar kendi başlarının çaresine kendileri bakabilecek duruma gelince de artık mühendislere gerek kalmadı. Büyük ölçüde varsayıma dayanmasına rağmen ben bunun yine de gerçeğe oldukça yakın bir yakıştırma olduğunu sanıyorum. Şimdi yararlandığımız robotların tümü tarihimiz başladığı zaman vardı ve birçoğu da daha tarihimizin başlamasından çok önce ortadan kalkmışlardı.

— Uçaklarla mekikler gibi mi?

— Uçaklar, mekikler, uzay gemileri ve yıldızlara kadar ulaşabilen büyük deliciler gibi. Bunlar artık kendilerine gerek kalmayınca tamamen ortadan kalktılar.

Alvin başım salladı:

— Ben hâlâ uzay gemilerinin ortadan yok olmasının bu kadar kolay bir şekilde açıklanamayacağına inanıyorum.

Söz hazır makinelerden açılmışken Baş Robotlar bize yardım edemez mi acaba? Ben hiç Baş Robot görmedim, Baş robotlar hakkında pek bir bildiğim de yok ama yine de denemede yarar var derim.

— Yardım mı? Nasıl bir yardım?

Alvin müphem bir tavırla yanıtladı:

— Tam manasıyla emin değilim. Ama belki de robotumu tüm emirlerime itaate zorlayabilirlerdi. Robotları onarıyorlar, değil mi? Robotumu da onaracak gibi yapıp…

Sesi söylediklerine kendi bile inanamıyormuş gibi söndü.

Rorden gülümsedi. Bu fazla bel bağlanamayacak kadar hinoğlu hin bir fikirdi. Şeytanın kuyruğunu çekmek gibi bir şeydi. Bununla beraber tarihi bu şekilde araştırma önerisi Alvin’in tüm planları içinde büyük bir coşkuyla karşıladığı tek plandı ve ayrıca aklına daha iyi bir şey de gelmemekteydi.

Robotun üzerinde hâlâ sanki önceden provasını yapmış gibi ilgisiz bir tavırla durmaya devam ettiği Birleştiriciyle doğru ilerledi. Birleştiricinin büyük klavyesi üzerinde sorularım hemen hemen otomatik bir tavırla, peşpeşe sıralamaya başlarken de aklına birdenbire öylesine garip, öylesine altı kaval üstü şişhane bir şey geldi ki kendini tutamayıp kahkahalarla gülmeye başladı. Dönüp Alvin’in büyük bir şaşkınlıkla kendisine baktığını görünce de kahkaha nöbetleri arasında konuşmaya başladı.

— Korkarım makineler hakkında öğrenmemiz gereken pek çok şey var daha.

Elini robotun madeni, pürüzsüz vücudu üzerine koyup bir an durduktan sonra yine önceki gibi kahkahalarla sarsılarak devam etti.

— Biliyoruz, insana özgü birçok duygudan yoksun olduklarım sen de ben de biliyoruz ve bunu bildiğimiz halde de yanlarında yine de alçak sesle, yine de fısıldayarak konuşuyoruz.

Alvin bunun İnsanoğlu için yapılmamış bir dünya olduğunu biliyordu. Uzun, geniş, yalıngözle bakılamayacak kadar göz kamaştırıcı ışıkların, üç renkli ışıkların aydınlattığı dehlizler sonsuza dek uzanır gibiydiler. Diaspar’ın tüm robotlarının sabırlı yaşamlarının burada, bu büyük geçitlerin altında sona ermiş olması gerektiği halde, bu geçitlerde bir milyon yıldan beri bir kere, tek bir kere bile İnsanoğlunun ayak sesleri duyulmamıştı.

Yer altındaki kentin, Diaspar’ın onsuz var olamayacağı yer altındaki makineler kentinin haritasını çıkarmakta çok güçlük çekmemişlerdi. Birkaç yüz metre daha ileride geçit bir milden daha geniş bir hangara, çatısı Güç Merkezinin hayal edilmesi bile olanaksız ağırlığını da taşıması gereken büyük sütunlar üzerine oturtulmuş bir hangara çıkacaktı. Eğer haritalar doğruysa tüm makinelerin en büyükleri Baş Robotlar burada durmakta, Diaspar’ı buradan gözetmekteydiler.

Haritalar doğru, hangar da geçidin sonundaydı. Hangar Alvin’in düşlemiş olduğundan da büyüktü ama makinelerden eser yoktu. Makineler, makineler neredeydi peki? Altında uzanan ölçüye sığmaz ama anlamsız görünüm karşısında Alvin bir kez daha aynı soruyu, robotların nereye gitmiş olduğunu sordu kendi kendine. Geçit, İnsanoğlunun şimdiye dek oymuş olduğu en büyük mağara olduğu su götürmez olan bir göçükte, hangarın duvarının üst kısmındaki bir göçükte sona eriyor, her iki yanındaki meyiller aşağı doğru uzanıp, ayaklarımn altındaki alana iniyordu. Bu pırıl pırıl aydınlatılmış büyük alanın tüm yüzeyi yüzlerce büyük, beyaz yapıyla kaplıydı ve bu öylesine beklenmedik bir görünümdü ki Alvin bir an için bir yeraltı kentine bakıyormuş gibi bir duyguya kapıldı. Madenin bildik ışıltısını, İnsanoğlunun hizmetkârlarına zamanların başlangıcından beri giydirmiş olduğu madenin bildik ışıltısını görmeyi ummuşken bu ışıltının izine bile rastlamamış, onun yerine insanın bir kere gördükten sonra bir daha asla unutamayacağı derecede etkileyici, çarpıcı bir manzarayla karşılaşmıştı.

Hemen hemen İnsanoğlununki kadar uzun sürmüş bir evrimin sonuydu bu. Bu evrimin başlangıcı ilk çağların sisler arasında kaybolmaktaydı. İnsanlığın enerjinin gücünden yararlanmayı yeni yeni öğrendiği, gümbür gümbür makinelerini dünyanın dört bir yanma gönderip, tüm dünyayı gürültüye boğduğu ilk çağların sislerine. Su, rüzgâr, buhar gücü kısa bir süre için dizgine vurulup kısa bir süre kullanıldıktan sonra bir yana bırakılmış, elektrik enerjisi de, atom enerjisi de aynı akıbete uğramış, onların yerini maddenin enerjisi alıp, dünyayı asırlar boyunca maddenin enerjisi döndürmüştü. Sonra bu enerjinin yerini de başka bir güç almış ve her enerji, her güç değişikliğinde eski güçlerin makineleri bir yana atılıp yerlerine yeni güçlerin makineleri konulmuştu. Milyonlar, milyonlarca yıl süren bir yıl bir kaplumbağa hızıyla alınarak yavaş yavaş mükemmel makine ülküsüne yaklaşılmış, bir zamanlar ancak bir düş olan bu ülkü önce uzak bir umuda, daha sonra, en sonunda da, gerçeğe dönüşmüştü.

Hiçbir makinenin hareketli bir parçası, hareket eden parçaları olamaz.

Şimdi bu ülkünün son aşaması karşısında durmaktaydı. Bu aşamaya varış İnsanoğlunun belki de bir milyon yılına mal olmuş olduğu halde, İnsanoğlu zafere erdiği anda makineden yüz çevirmiş, mükemmel makineye ebediyen sırtını dönmüştü.

Diğer robotların çoğundan daha küçük olduğu halde, sonunda aradıkları robotu bulup da ayakları altında durdukları zaman, kendilerini yine de cüce gibi hissettiler. Yatay hatlı, kavisli beş katıyla, pusuya yatmış yırtıcı bir hayvana benzemekteydi. Öyle ki bu korkunç görünüşlü devi kendi robotuyla karşılaştıran Alvin’e her ikisine de aynı dille seslenip, her ikisine karşı da aynı sözcükleri kullanmak garip, hemen hemen saçma bir şey gibi geldi.

Robotun eni boyunca geniş, şeffaf bir panel uzanmaktaydı. Alvin alnını yerden bir buçuk metre yükseklikteki bu düzgün, merak uyandıran bir tarzda dik panele dayayıp robotun içine bir göz attı. Önce hiçbir şey seçemedi. Sonra gözlerini elleriyle siperleyince havada asılı duran binlerce zayıf ışık noktasını seçebildi ve ilk insana yıldızlar ne kadar yabancı ve anlamsız gelmişse, üç buutlu bir kafesin içinde ardarda uzanan bu ışıklar da Alvin’e o kadar yabancı, o kadar anlamsız geldiler.

Rorden de yanma gelince kara kara düşünüyormuş gibi görünen canavarın içine beraberce bakmaya başladılar. Ama dakikalarca baktıkları halde ne renkli ışıkların parlaklığında herhangi bir değişiklik, ne de noktalarında herhangi bir yer değiştirme fark edemediler. Öyle ki sabrı tükenen Alvin robottan uzaklaşıp dostuna döndü.

— Bu ışıklar ne olabilir?

— Eğer kendi beyinlerimizin içine bakmamız mümkün olsaydı, kendi beyinlerimizin içi de bize aynen bu kadar yabancı, bu kadar anlamsız gelirdi. Robotlar bize düşüncelerini göremediğimiz için hareketsiz geliyor. Daha doğrusu hareketsizmiş gibi görünüyor.

İki yanında bu devlerin sıralandığı uzun bulvara Alvin ilk defa için olarak anlayışa benzer bir şeyle baktı. Sentezcileri, kentin tüm gereksinmelerini asırlardan beri dur durak bilmeksizin karşılayan bu harikaları yaşamı boyunca doğal karşılamış, bu konuda yaşamı boyunca bir tek soru bile sormamıştı. Yaratım eylemini binlerce kez seyretmiş olduğu halde yaratılan şeyin, doğuşunu gözleriyle gördüğü şeyin bir yerde bir aslının bulunması gerektiği yine de aklının ucundan bile geçmemişti.

Bir insan beyni tek bir düşüncenin üzerinde nasıl ısrarla durabilirse, bu dev beyinler de en karmaşık düşüncelerin üzerinde bile ısrarla durabilip bilinçlerine aynı ısrarla yerleştirebilirler, bu düşünceleri belleklerinde ebediyen tutabilirlerdi. Şimdiye dek yaratılmış olan tüm nesnelerin ilk örnekleri bu ölümsüz beyinlerde yatmakta ve tekrar doğup tekrar yaşamaları için insanoğlunun isteğinden başka bir şey gerekmemekteydi. İlk mağara adamlarının sert kayaları sabırla, uzun, zahmetli bir sabırla yontup bu kaya parçalarından kamalar, oklarına delici uçlar yapışından beri dünya çok yol almış, çok çok ilerlemişti.

Rorden konuşmasına bıraktığı yerden devam etti:

— Sorun yaratıkla temas kurabilmekte. İnsanoğlunu doğrudan doğruya tanımıyor olabilir. Bilincine varabilecek bir yol bulamadığımıza bakılırsa İnsanoğlu hatta hiç görmemiş, hiç tanımamış da olabilir. Eğer verilerim doğruysa buralarda bir yerlerde bir çevirici makine olmalı. Çevirici İnsanoğlunun emirlerini Baş Robotların anlayabileceği şekle çeviren bir robot türüydü. Baş Robotların nispeten düşük zekâlı muazzam bellekler olmasına karşın çevirisi robotlar küçük bellekli büyük zekalardı.

Alvin bir an düşündükten sonra kendi robotunu gösterdi:

— Niçin benim robotumu kullanmıyoruz. Robotların beyni çok disiplinli olduğu, Üstad’da böyle bir durumun doğacağını öngörüp de aksine emirler vermiş olamayacağı için, robotun talimatlarımızı aynen aktarmayı reddetmeyecektir.

Rorden güldü:

— Üstadın robotuna çeviricilik yapmayı yasaklamış olduğunu sanmıyorum ama bu iş için özel olarak yapılmış bir makine olduğuna göre bu makineyi kullanmamızın daha iyi olacağım düşünüyorum.

At nalı şeklinde çok basit bir makine olan çeviricinin ortasındaki izleme ekranı yaklaşırken aydınlandı. Bu büyük mağarayı dolduran tüm makineler içinde İnsanoğlu diye bir şeyden biraz haberdar olduğunu gösteren tek makine buydu. Bununla beraber ekranda aşağıdaki yazıt belirdiği için bu makinenin de onlara biraz tepeden baktığına kuşku yoktu.

SORUNUNUZU AÇIKLAYIN SORUNUNUZU LÜTFEN NE İSTEDİĞİNİZ AÇIKÇA ANLAŞILACAK ŞEKİLDE AÇIKLAYIN

Yazıtın içerdiği bu açık hakareti anlamazdan gelen Alvin öyküsüne başladı. Robotlarla sözle veya düşünceyle daha önceleri de sayısız kez temas kurmuştu. Bu bakımdan şimdi sadece sıradan bir robotla değil de bir robottan daha fazla bir şeyle konuşmakta olduğunu algılamaktaydı. Bu yaratık cansız olmasına rağmen kendisininkinden daha üstün bir zekâya sahipti. Ama zekâ tek başına bir işe yaramayacağından, bu oldukça can sıkıcı düşünce Alvin’e yine de gereğinden fazla kasvet vermiyor, coşkusunu gereğinden fazla kırmıyordu.

Konuşması sona erince bu kahredici yerin kurşun gibi ağır sessizliği bir kere daha üzerlerine çöküp, bir kere daha omuzlarını çökertti. Ekran bir süre bulanıp karlandıktan sonra tekrar aklandı ve üzerinde robotun yanıtı belirdi. BİLİNMEYEN TÜRDE ROBOT ONARIM OLANAKSIZ Alvin duyduğu derin düş kırıklığım belirten bir hareketle dostuna doğru dönelken bu yazıt silinip ikinci bir yazıt belirdi.

İKİZLEME TAMAMLANDI LÜTFEN DENETLEYİP İMZALAYIN Hemen aynı anda da kırmızı bir ışık, Alvin’in daha önce gözüne çarpmamış olan, ama daha önce orada olmuş olsaydı fark edeceğine kesinkes emin olduğu, yatay bir panelin üzerindeki kırmızı bir ışık yanmaya başladı. Meraklanan Alvin bu ışığa doğru eğilirken Rorden’in haykırışıyla kalakalıp şaşkınlıkla çevresine bakındı. Rorden büyük Baş Robotu, büyük Baş Robotla Alvin’in büyük Baş

Robotunun yanında bırakmış olduğu robotu; Alvin’in robotunu gösteriyordu.

Robot, robotu yerinden kımıldamamış ama çoğalmıştı. Robotunun yanında şimdi öyle mükemmel, öyle aslından ayırt edilmez bir robot daha durmaktaydı ki Alvin bunlardan hangisinin asıl, hangisinin kopya olduğunu asla söyleyemezdi.

Rorden soluk soluğa konuştu:

— İkizleme esnasında tesadüfen oraya bakmaktaydım. Birdenbire genişliyormuş gibi bir görünüm aldı. Sanki her iki tarafın da aynı anda milyonlarca kopya birden doğuyormuş gibi birdenbire genişlemeye, yayılmaya, çoğalmaya başladı. Sonra bu ikisi dışındaki tüm görüntüler kaybolup, geriye sadece bu ikisi kaldı. Asıl olan sağdaki.

Загрузка...